Sanat mı, müzik mi, Dio mu, Şebo mu, alıntı mı, çalıntı mı, varsayın-tı mı?

Soğuk ve yağışlı bir haftanın fırtınalı bir gecesiydi, dostum sanat dedektifi Mellini Nomüzikoloni şöminenin yanındaki masada oturmuş; oraletini içerken kapı çalındı, gidip kapıyı açtığımda boyu bir altmışlarda, uzun; kıvırcık saçlı birisi kendini, Dio diye tanıtarak izin vermeme dahi gerek görmeden elinde bir valizle içeriye girdi, Mellini burada mı, şömine başında oralet içiyor efendim, John Lennon diye biri vardı dün gece, onun arkadaşı mısınız, Lennon’la lemonla işim olmaz, kabalığınızdan bu belli zaten, Portsmoth’dan mektup almıştık; gönderdiğiniz zarfta Ronald James Padavona yazıyordu, Dio ne alaka, demeye çalıştım, adam bildiğin Kant’ın kendinde şeyi, okyanus ötesinden geliyorsunuz o halde değil mi efendim, hayır; cehennemden geliyorum, verin valizinizi taşıyayım o halde bize yakınmışsınız, istemez; ne taraftan gidiyoruz…

Bu Dio denecek adamı dostumun yanına götürdüm, dostum içeride oralet içiyor ve kareli perdenin üzerindeki koyu mavi kareleri sayıyordu, meşguldü, adam odaya girer girmez sağ elini havaya kaldırıp tuhaf bir işaret yaptı, herhalde ülkesinde rock, metal sendikasına üyeydi çünkü Metal Birlik Koop.’un işaretlerine benziyordu, dostum Mellini adama her zamanki keskin ve korkutan bakışlarıyla bakıp sakin bir tavırla oturması için işaret etti:

“Akşam yemeğine başlayacaktık ama gelmenizi bekledik…”

“Bu meseleyi bir an önce çözelim Nellini…”

“Nellini değil Mellini efendim…” diye araya girdim, yüzüme ters ters bakmasını sürdürdü, dostumun göz işaretiyle söylenmek isteneni anladım…

“Ne içersiniz sayın Dio?”

“Viski getirin…”

“Sadece oralet var efendim?”

“Neralet?”

“Oralet efendim, renk olarak viskiye, tat olarak da bildiğiniz oralate benzer bir içecektir…”

“Peki getirin bir kupa, ne kadar sessiz burası, siz müzik dinlemez misiniz?”

Bunu söyledikten sonra valizini açıp içinden birkaç plağı masaya attı, dostum John Lennon denen adamın gelişinden sonra pikabı kaldırmadığı için hazırlıklıydı, masadaki plaklardan birisini dikkatle incelemeye başladı, sonra bir süre camdan dışarıya baktı, fırtınanın izleri olan penceredeki yağmur damlalarına dikkatle bakıyor; adeta fırtınanın çıkış sebebini araştırıyor gibi görünüyordu, o sırada Dio denen adam:

“Bu Şebnem Ferah da kim, sayın Mellini?” diye sordu.

Tam kapıdan çıkmak üzereyken dostumun sesini duydum:

“Ülkemizin sayılı değerlerindendir Ronnie…”

Adamın adı Ronnie miymiş, kaç adı var bunun, mutfakta oraleti hazırlarken bunları düşünüyordum, sonra oraleti bir tepsiye koyup içeriye girdim, adamın masasına bıraktım, teşekkür dahi etmedi bu metal iş sendikası kılıklı adam, herhalde şimdi bir de devrimden bahsedecek, dostum olmasa içeriye almazdım ya neyse…

O sırada kapı tekrar çalındı.

“Geldi herhalde,” dedim, “Bir haftada bu ikinci vakaa, üçüncü konuk…”

“Ritchie gelecekti,” dedi elindeki oraletten bir yudum alıp siyanür içmişçesine yüzünü buruşturan Dio.

Kapıyı açtım, bildiğin bu Dio denen adamın yirmi santim uzunu kapıda, adı Ritchie Blackmore diye bir şey, gönderdiği tavsiye mektubunda Deep Purple diye bir gurubun temellerini attığını söylemişti, adamın hayatı iki gruba temel atmakla geçmiş, işsiz güçsüz birisi, Deep Purple diye isim mi olur, Dio gibi değil ama, en azından gülümsemesini biliyor.

“Buyrun efendim, sizi bekliyorduk…”

Bu Ritchie Blackmore denen adamı da içeriye aldım, ne içerlerdi, ne varsa içerim deyince mutfağa gidip ona da bir oralet yaparak masaya bıraktım ve kapının kenarındaki koltuğuma çekilip günlük gazeteme göz atmaya başladım, asgari ücret zammını yine ertelemişler canına yandığım, o sırada dostum plakları incelemesini bitirmişti ve bir plağı pikaba takmaya başladı, sonra plak döndü, işte şu an çalan şey tam olarak şu:

Müzik elbette Şebnem Ferah: Şebnem Ferah – Mayın Tarlası – 2003

“Aaaaa, Mayın Tarlası buu, Mayın tarlasında dolaşıp durmuşum aşk sanıp daaaaaa,” diye mırıldanmaya başladım, “Şebnem Ferah sevdiğinizi bilmiyordum sayın Dio?”

“Helll Yeaaaahhh, ” diye haykırdı bu Dio denecek adam, ” Bu şarkının yapım yılı nedir, 2003 değil mi?”

“Öyledir efendim, siz daha iyi bilirsiniz…”

“Bu davayı çözelim bir an önce sayın Zellini, affedersiniz Mellini, şu plağımın üzerinde 1983 tarihini görüyorsunuz değil mi?”

Bu sırada oraletini içen Ritchie söze girdi:

“Senin Holy Diver’ın çıkış tarihi değil mi bu moruk, 25 mayıstı, hatta o hafta dişçiye gitmiştim, akşam teyzem pandispanya yapmıştı da ağzım şiş olduğu için yiyememiştim, hatta Birleşik Krallık’da Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri’ne ait üsleri protesto eden 752 kişi tutuklanmıştı, ahh o pandispanya yok mu, komşumuzun çocuğu yemişti pandispanyayı, o yüzden tarihi net hatırlıyorum…”

“Hell Yeaaaahh Ritchie, doğru dedin, şunu bir döndürür müsünüz sayın Tellini, affedersiniz Mellini?”

Dostum not kağıtlarını bırakıp masadan aldığı bir plağa bir süre dikkatle baktı, epey merak etmiştim açıkçası, ne çalacak acaba, sonra plağı pikaba yerleştirdi ve bir şey çalmaya başladı, işte çalan şey tam olarak şu:

 

Ronnie James Dio – Don’t Talk To Strangers – 1983

Çok az andırıyor, sayın Dio, diye öne atıldım elimdeki gazeteyi bırakıp, siz de John Lennon denen adam gibi elmalarla armutları karıştırmaya pek meraklısınız, neresi benziyor bunların?

O sırada oraletini içmiş olan Ritchie denen adam Dio ile göz göze geldi:

“Şunların akor dizilimine bir bakar mısın Rito, gitar çalan birisi olarak senin uzmanlık alanın sonuçta, sen de gel de bir de bu tarafına bak, gazete okumanın sırası mı?”

Küstahlığa bakar mısınız, bir de emir vermeye kalkıyor, dostumla göz göze geldim, sakin olmama dair bir işaret yapınca sesimi çıkarmadan, elimdeki gazeteyi de bırakmadan masaya yaklaştım, pencere diğer tarafında oturan Ritchie’nin karşısındaki sandalyeye geçtim, Ritchie bir kağıt istedi, Dio hemen öne atıldı:

 

“Helll yeaaahh, şu gazetenin kenarına yazıver Rito, Rainbow’da çalarken de böyle beste yapmaz mıydık zaten, Temple Of The King’in gazetesi hala duruyor, kağıda ne gerek var?”

Gazeteyi masaya bıraktım, Ritchie cebinden bir kalem çıkarıp akor dizilimlerini gazetenin kenarına yazdı, yazdıkları şöyle bir şey:

Şebnem Ferah – Mayın Tarlası Akor Dizilimi

Orjinal Ton: Re minör

Dm                Bb             C                        Dm     x 4

 

Dm    C   Dm   x 1

 

Dm                Bb             C                        Dm       x 4

 

A Bb x 4

 

Dm             Bb                C                        Dm x 4

 

Dio – Dont Talk To Strangers Akor Dizilimi

Orjinal Ton, tesadüfe bak ki yine re minör

Dm                Bb             C                        Dm     x 4

solo rythm: Dm Bp C

 

“Daha fazlasına gerek var mı?” diye sordu Ritchie.

“Var tabii efendim, akor dizilimi de aynı olsa ne çıkar ki, isim farkı diye bir şey var, haberiniz yok mu bundan?”

Kastettiğim şeyden bu Dio da; Ritchie de bir şey anlamamıştı, bu da ne demek?

“Şimdi size iki tane Ahmet diye arkadaşım var desem, sizce bu iki Ahmet de aynı mı?”

“Değil herhalde…”

“İşte akor dediğiniz bu şeylerde aynı şey azizim, ikisi de aynı görünse dahi ne çıkar ki bundan?”

O sırada dostum sakinleştirmeye çalıştı:

“Biraz sakin olun, sonuçta konuklarımız çok uzaktan geldi, yemekten önce tatsızlık yaşamayalım…”

“Heelll Yeahhh, bırakın konuşsun sayın Mellini, biz hazırlıklı geldik bu dava için, bize savunduğunuz hanfendiden sevdiğiniz bir şarkıyı söyler misiniz?”

“Eeee, birden sorunca akıma gelmez ama, Çakıl Taşları gayet hoş, sevgilimle ne zaman denize taş atmaya gitsek bu şarkıyı dinleriz…”

“Helll yeahhh sayın Mellini, bu plak arşivinizde var mı?”

“Elbette, siz mektupta yazdığınız için hazırlamıştım, işte burada…”

Sonra dostum pikaba bir plak yerleşitirdi, işte şu an çalan şey tam olarak şu:

Şebnem Ferah – Çakıl Taşları – 2005

Çakıl taşlarııım vaaar irili ufaaaklıııı, kendimi kaybetmiş mırıldanıyordum, şu Dio denen adamın sırıtması sinirime dokundu.

“Heeelll Yeaaahhh, bir de şu 2001 tarihli plağı döndürür müsünüz sayın Mellini?

Dostum bir süre plağı korku veren bakışlarıyla inceledi, pencereden dışarıya baktı, fırtına iyice güçlenmişti, sonra elindeki plağı pikaba takıp döndürmeye başladı, işte şu an çalan şey şu:

Opeth – Harvest -2001

Hiç alakası yok sayın Dio, siz çakıl taşlarıyla, kaldırım taşlarını ayırt etmekten dahi acizsiniz…”

“Helll Yeahhh, bir şarkı daha söyleyin o halde, ondan sonra bu konuyu sizinle kapatalım, zaten neden sizinle konuşuyorsam…”

“Oyunlar da çok güzel bir şarkı…”

“Hell Yeahh, o da var, o plağı da döndürür müsünüz sayın Mellini?”

“Elbette sayın Dio, şu ön incelemeyi bitirelim de yemeğe geçelim…” Dostum pikaba bir plak daha taktı, şimdi çalan şey tam olarak şu:

Oyunlar – Şebnem Ferah

 

“Helll Yeaahhh, diğer plağı da döndürür müsünüz sayın Mellini?”

Dostum diğer plağı da pikaba taktı, fırtına iyice yükselmiş; rüzgar uğultuları içeriye dolmaya başlamıştı, işte şimdi çalan şey şu:

Radiohead – Thinking about you

“Heellll Yeahhh, dostumuz hala şüphe içinde sayın Mellini, şu plağı da bir döndürür müsünüz?

Dostum masanın sol tarafındaki bir plağa uzandı, plağa dikkatle baktıktan sonra iki defa öksürüp plağı pikaba yerleştirdi, şimdi çalan şey şu:

 

Şebnem Ferah – Gözlerimin Etrafındaki Çizgiler

“Hellll Yeahhh, diğer plağıda döndürür müsünüz azizim Mellini, sizi epey rahatsız ettiğimin farkındayım, Rito birazdan iki şişe viski kapıp gelir de kendimi size biraz affettiririm, sizin bu noraletten hiçbir şey anlamadım…”

Dostum, hafifçe gülümsedi, Ritchie’ye baktı:

“Rahatınız yerindedir umarım, dilerseniz şöminenin yanına gidin, ısının biraz, eski bir gitar olacaktı buralarda, şu köşede vardı sanırım,” sonra plağı pikaba yerleştirdi, şimdi çalan şey şu:

 

Silent Hill – Tears Of Pain

 

Hiiiiç alakası yok sayın Dio, bunlarla bu davayı kazanmanız mümkün değil, elbette dostum sayın Mellini Nomüzükoloni bunu daha iyi bilir, sadece ilk düşüncelerimi hemen şimdi size belirtmiş olayım…”

 

“Helll Yeaahhh, pekizi azizim, öyle olsun, bugüne kadar neden ülkenizden fazla ‘rocker’ kadın çıkmadığını size sorabilir miyim, biz dışarıdan sizi dahi iyi görüyoruz, tıpkı gökyüzünden aşağıdaki amaçsız karıncalara bakar gibi, aslında Rito bunu daha iyi bilir…”

Bu sırada şöminenin kenarında ellerini ısıtmakta olan Ritchie Blackmore denen adam söze girdi:

“Ülkenizde adı koyulmamış büyük bir kartel var azizim, tüm müzik piyasanız bu karteli yöneten beş kişi çevresinde dönüyor, onlar belirliyor piyasanıza kimin girip çıkacağını… Sadece müzik de değil, diğer sanatlar, özellikle ‘galerilere bağlı’ resim için de geçerli bu… Sizce bu cesareti nereden buluyorlar? Uyanın artık…”

Üzerindeki ortaçağı andıran deri yeleğini çıkarıp koltuğun üzerine bırakırken ellerini biraz daha şömineye yaklaştırıp devam etti:

Bu kartelin başındakiler iş adamı değil, sakın böyle düşünmeyin, kartelin başındakiler de kendini sanatçı adlandıran kimseler, formaliteden birilerine şarkı sözü ya da beste vererek kukla gibi oynatıyorlar piyasaya girenleri, ülkenizde bir ‘rocker’ kadın daha vardı, adı neydi onun, Öznur Tekin mi ne öyle bir şeydi…”

“Özlem Tekin’dir o efendim…”

“Epeydir sesi çıkmıyor değil mi, gidip ona sordunuz mu acaba neden ortalıkta ‘görünemiyor’ diye?”

“Ne bileyim efendim, tatile gitmiştir, müzikten sıkılmıştır, Almanya’dan kuzenleri gelmiştir, bu müzik denen meret sürekli yapılacak şey değil ya…”

“Bizi anlamak istemiyorsunuz azizim, siz ne dersiniz sayın Mellini, sizce Ronnie James Dio haklı değil mi bu vakada?”

Dostum masadan kalmış, pencerenin kenarından dışarıya bakıyordu, mırıldandı:

“Sen haksızsın Ronnie…AffetmiyorumAffet Ronnie… ”

“Helll Yeahhh, haydi yemeğe geçelim Mellini, bizim eski kayıtlarımızdan biraz zangırdatırsanız sevinirim, bize iki şişe viski kap gel Rito, ama önce şu plağı bir döndürür müsünüz?”

 

İşin yoksa bu rockçu kopuklarına akşam yemeğinde katlan şimdi, onları masada bırakıp öfkemi gizlemeye çalışarak kendimi odadan dışarıya attım, ne anlar bu rockçu sendikalılar gerçek müzikten; hala o şarkıyı mırıldanıyordum:

Çakıl taşlarııım vaaar irili ufaaaklıııı…

 

Ve ZOONUS:

Ronnie James Dio: We rock, “Biz hala kaya gibiyiz!”

 

 

 

Ve ZOONUS 2:

Ronnie James Dio, Is it someone that you know, you’re just a picture,

Bu tanıdığın biri mi, lütfen bizi hayal kırıklığına uğratma, lütfen sadece bir fotoğraf olma!

Başka bir vaziyet: Sanat mı, müzik mi, alıntı mı, çalıntı mı, varsayın-tı mı?

Bölüm 6 AffetmiyorumAffet Raskolnikov!
Bölüm 7 AffetmiyorumAffet Raskolnikov! Ve o balta: 
Bölüm 8 AffetmiyorumAffet Raskolnikov! Ve o rehin kutusu: 
Bölüm 9 AffetmiyorumAffet Rakolnikov! Ve Lizaveta Ivanovna:

 

Diğer vaziyetler:

AffetmiyorumAffet Derrida!

AffetmiyorumAffet Wittgenstein!

AffetmiyorumAffet Modi e Jeanne!

AffetmiyorumAffet Modi!

AffetmiyorumAffet Alexander Scriabin!

AffetmiyorumAffet Tarkovski!

AffetmiyorumAffet Olivier Messiaen’in Kayıt Cihazı!

Ve:

AffetmiyorumAffet Olivier Messiaen!

 

 

 

Comments

comments

  233 comments for “Sanat mı, müzik mi, Dio mu, Şebo mu, alıntı mı, çalıntı mı, varsayın-tı mı?

  1. at

    These are truly impressive ideas in concerning blogging.
    You have touched some fastidious factors here.
    Any way keep up wrinting.

Comments are closed.