( Bu röportajın ses kaydı, Pierre Bourdieu’nun sosyoloji kuramı ve bu kuramın sosyolojik mülakat yöntemleri ekseninde “deşifre edilmiş olup” gerçeğe tamamen sadık kalınmıştır. )
Röportaj: Peyote

Emre Nalbantoğlu ile Blues’a, Yavuz Çetin’e Ve Blues’da Yeni Yönelişlere Dair Bir Röportaj
Emre Nalbantoğlu – Gitme:
Affetmeyensanat: 1.Yavuz Çetin ile bir yerlerde buluştuğunuz; yollarınızın kesiştiği belli sanki, bu yollar sizce nereler?
Yavuz abi ile olan bağ çok başka, anlatması da uzun,( biraz düşünüyor, sonra bir an bekliyor ) şöyle toparlayabilirim, bir şekilde hayatımın içinde hep köşe yerlerde ( soru sormuşçasına duruyor)…
Affetmeyensanat: Hı hımmm…
Hep oldu, hiç yüz yüze görmedim, gitarını çalmak kısmet oldu…
Affetmeyensanat: Öyle mii?
Evet, gitarını kucağıma aldım, sesini duydum, inanılmazdı, ondan sonra, hayatımın garip yerlerinde sanki böyle garip dokunuşları var gibi hissediyorum, bu çok özel ama anlatacağım, çok sihirli çünkü… Zor zamanlar olur hayatta ya, benim sert zamanlarımın çoğunda yağmur yağar, ben yağmuru Yavuz abinin yağdırdığına inanıyorum bazen…
Affetmeyensanat: Gerçekten mi?
Evet, çünkü o yağmur bitince bambaşka, acayip acayip şeyler oldu hayatımda, ya da böyle ileriye yönelik bir hareket yaparken o yağmur yağıyorsa doğru yani, bir gün Isparta’daydım, tüylerim diken diken oldu, Isparta’daydık, Kerim abi ile Yavuz abinin filmlerini yaptılar, onu oynatıyorlar…
Blue filmi fragman için: http://www.beyazperde.com/filmler/film-254252/
Affetmeyensanat: Blue’yu…
Evet, Blue’yu, tek bir salonda gösterime soktular, sonra biz Melissa ile gittik, hayatımızın en şey dönemi, sert zamanı, bir şeyler düşüm olur ve çözülmesi için bir şey olması gerekir, tam öyle bir hal vardı, sonra biz işte sinemaya gittik, Blue’yu izleyeceğiz diye biletimizi aldık, sinema salonuna girdik, sadece ikimiz varız, oradan enteresan bir durum oldu, ilk başta başka bir film koydular biliyor musun?
Yavuz Çetin-I’ll cry again:
Affetmeyensanat: O neden peki?
Ciddiyetsizlik mi diyeyim artık, saygısızlık mı, sonra kalktık oturduğumuz yerden, selamlar, filmi değiştirebilir misiniz, yanlış filmi koydunuz, sonra değiştirdiler, sonra gözlerimiz böyle kocaman olarak izledik, çok anladığımı düşünüyorum Yavuz abiyi, filmde çok karşı karşıya gelmiş gibi oldu, dediğim gibi hayatımızın garip bir zamanıydı, sonra biz sinema salonundan çıktık, yağmur patladı, (gülmeye başlıyor) sonra yağmurdan sonra bir de mail patladı, konsere davet ettiler bizi Beth Hart ki çok büyük ustalarla çalmış bir ablamız var, ki ben epey hayranıydım,
Affetmeyensanat: Joe Bonamassa ile de epey sahne almıştı değil mi?
Evet, evet, o yağmur sonrasında maili gördük, Zorlu’ya Beth Hart geliyor, altında çalar mısın, bir de benimle ilgili şöyle ir niyetim vardı, İzmir’de askerdeyken konser videolarını izliyorum sürekli onların, böyle resmen dedim, gelse de biz de orda olsak, çalsak diye, o yağmurda öyle ir konser daveti geldi, sonra yağmurda bizi kimse almadı, Melissa ile çok ıslandık, bir tane kocaman belediye otobüsü durup bizi evimizin önüne kadar götürmüştü, belediye otobüsü ile evimizin önüne kadar gittik, uzun parliament ısmarlamıştı hatta şoför abi (gülüyor), Yavuz abinin durumu öyle, o yağmur hep bir şekilde garip zamanlarda umut verecek gibi yağıyor.
Joe Bonamassa & Beth Hart – I’ll Take Care Of You:
Affetmeyensanat: Ben aslında müzikal açıdan yollar nasıl kesişiyor diye düşünmüştüm ama daha arka planda; daha da derinde gerçekten de yollar kesişiyormuş, bu konserler, yağmurun yağması, Beth Hart ile yolların kesişmesi…
(Epeyce bir güldükten sonra) Çok garip, çaldığı şeyi, bizim memlekette onu örnek alabileceğimiz, dünya müziği ile ilgili insan çok sayılı, onlardan birisi, hem müzikal anlamda yaptığı şeyin, çok kolay değil, başkasının diliyle kendi derdini anlatmak gibi oluyor, aslında müzik evrensel, gitar da dünya enstrümanı ama duyum, bizim sokağımızdaki duyum biçimiyle, duyum ve his hali ile blues ve jazzdaki duyum ve his hali arasında çok fark var…
Yavuz Çetin-Cherokee:
Affetmeyensanat: Geleneğe göre farklı en azından…
Evet, evet, geleneksel biçim farkı var diyebiliriz, o yüzden onu anlamamız, dünya müziğini anlamak ile ilgili benim kıymetli hocalarımdan birisi Yavuz abi oldu.
Affetmeyensanat: 2.Vokal tekniğiniz sanki birçok kimlik barındırıyor, yeri geldiğinde hard rock tınılar, yeri geldiğinde sevimli alternatif rock, yeri geldiğinde de tanımlaması zor bir takım arayışlar, elbette arka planda blues var, vokal tekniğinizdeki bu çoklu kimliği neye bağlıyorsunuz, bir arayış hali mi?
Yok, tam kafamdaki adamlar işte, içimdeki insan çeşitliliği ile ilgili, duygu durumu, bununla ilgili sesinin rengi de değişiyor ya, anne ninni söylerken sesi bir başka, melek oluyor ya, ya da fırça atarken babanın sesindeki o korkuyu duyuyorsun, bu da onun gibi, şarkıda neyi anlatmaya çalışıyorsam, duygu durumum nasılsa sesim de ona göre çekiliyor gibi düşünüyorum…
Affetmeyensanat: Tabii bu, bluesda pek rastlanmayan bir durum, blues genel duygu durumu, müzikal açıdan on iki barlık ölçü biçimi, gibi olgular genelde sabit, sizin müziğinizde bu altyapı üzerinde ilerleyen bir farklılık var, üst yapıda sürekli ruh hali değişen bir vokal var…
Diyorum ya tam burayla ilgili (başını gösteriyor) çok sağlıklı bir durum mu bilmiyorum ama sempatik bir durum olup olmadığını kendi aramda düşünüyorum.
Affetmeyensanat: Sempatik olabilir, dinliyorum, on iki bar blues yapısı başlar gibi oluyor, bir yerden sonra bu yapı stabilleşir, renkler ayı kalır ya da renksizleşir, ama şarkılarınızda bu durum farklı yerlere gidiyor…
Bu şey ile de ilgili herhalde, duygu durumunu nasıl yaşıyoruz toplum olarak, bundan bireysel anlamda nasıl etkileniyoruz, dalgalıyız ya biz diğer insanlara göre, o kadar düz değiliz ya, onunla ilgili olabilir, şarkının içinde de kapanıp açıldığım yerler var çünkü, Müzeyyen Senar da mesela kapanır kapanır, bir açılır, ya da naif olur, sonra akı bardağını çevirdiği zaman, sesinin rengi de değişir…
Affetmeyensanat: Sence sende toplumsal bilinçaltını yansıtmaya dayalı yoğun bir istek mi var?
Evet evet, bir şaşkınlık mı diyeyim, olumsuz görmüyorum bunu, aslında bir açıdan (biraz kararsız kalıyor) enteresan bir çeşitlilik hali, besleyici yani, o yüzden kendimize özgü bir kıymet verme biçiminin getirileri sanki…
Affetmeyensanat: 3.Ankara’da blues ile uğraşmanın olumlu-olumsuz tarafları neler?
Ankara’da blues ile uğraşmak şans, Türkiye’de başka bir yerde blues ile uğraşacağına Ankara’da uğraş…
Affetmeyensanat: Olumlu diyebiliriz o zaman…
Çünkü böyle yaşayan çok arkadaşım, üst kuşak abilerim de var, bırakmadan, yaptığı müziği sevmiş, diğer durumları arka plana atıp, bir şekilde hayatta kalmayı da başarıp blues çalan kocaman abiler var hala Ankara’da, ama artık şeye geldi, bir nesil tükenme, daralma o durum, mesela vardı bu hafta Ankara’da blues gecesi diye, gerçi hiç de küçük değil, nereden baksan otuz isim vardı, Ankara’nın köklü müzisyenlerinden, düşünsene, İstanbul’da otuz ismi sayabilir misin, bu işi yıllardır yapan, yazarsın belki ama, oradaki otuz adamın otuzu bir şekilde ahbap yani, burayı tanımıyorum, o yüzden yargıda bulunmayayım, Ankara’nın Rock ‘N Roll hali biraz daha kendi kutusunda çalışıyor ya…
Affetmeyensanat: Öyle elbette…
Belki bu hala bana sempatik geliyor…
Affetmeyensanat: 4.Bari adlı şarkınızın besteleme süreci nasıldı?
Bari’yi ilk şeyde çaldım, mandolincümbüş, Metin amca bana İzmir’deyken bir mandolincümbüş hediye etti, çok güzel bir enstrüman…
Affetmeyensanat: Mandolincümbüş derken?
Mandolin ile cümbüşün bir birleşimi, Zeynel Abidin diye bizim bir ustamız var, enstrüman yapan, onun ürettiği aletlerden biri, rengi çok başka, hoş bence, blues çalmak için de çok uygun…
Affetmeyensanat: Banjo gibi bir tınısı var değil mi?
Gibi evet, onunla oynarken, o sesler üzerinde gelişen bir durum, bir de herhalde özlem ile ilgili bir durum var galiba, şu an kestiremiyorum tam ama, bence şarkının ikinci bölümündeki sözler, bir sürü şarkı arasında senin için özel yerler olur ya, o şarkının ikinci yarısındaki o on iki satırı garip bir biçimde iyi buluyorum, konserde de bakım burayı iyi dinleyin diye söylüyorum…
Affetmeyensanat: Mandalincümbüşün hikayesi olarak biçimleniyor…
Hikayesi evet (gülüyor)…
Affetmeyensanat: 5.Beste yapma, besteleme sürecinizden biraz bahsedebilir misiniz?
Şöyle oluyor, önce malzeme topluyorum gibi düşün…
(Bir süre düşünüyorum…)
Affetmeyensanat: Hı hımm…
Sohbet ediyoruz ya, sohbet ederken senin ağzından tatlı bir şey çıkıyor, benim ağzımdan tatlı bir şey çıkıyor, sohbet büyüdükçe tatlı şeyler artıyor tabii, en sonunda cımbızlıyorum ardan bir şekilde, onu bir kenara not ediyorum, sonra kendi aramda konuşurken hoşuma giden, insan kendi kendine konuşurken de hoşuna giden şeyler söylüyor, bunları da cımbızlayıp kenara koyuyorum, sonra dertleri aynı olanları alt alta yazdığın zaman şarkı oluyor…
(Biraz susuyoruz…)
Affetmeyensanat: Oo, hiç böyle bir beste yöntemi duymamıştım şimdiye kadar, sözler sürekli o zaman müziği biçimlendiriyor…
Melodik yapısını, insanın içinde zaten bir şarkı çalıyor ya, sözler de büyük ihtimal ona göre oluyor çünkü…
Affetmeyensanat: İçinde bir şarkı çalıyor, sonra sözler geliyor ve ona uyum sağlamaya çalışıyor?
Evet, öyle, onun gibi oluyor, diyorum ya alt alta yazınca oluyor, çünkü o sürecin parçaları ya o cümlelerin hepsi, şarkı da o durumu anlatıyor ya, o yüzden şarkı kendi kendini yazıyormuş gibi oluyor, yaşadığın şeyin gerçekliği şarkının gerçekliği olmuş oluyor, durum böyle çalışıyor bende, yoksa oturup bir şarkı yazayım diye, oturup şarkı yazılır mı yazılır, şöyle olur ama, bununla ilgili bir şey demiştim, kitap yazmak için üç saat oturan adam gibi, sabah dokuzda kalkıp on ikiye kadar defterin başında oturuyorum, en sonunda yazılıyor ya, benim durumum pek öyle çalışmıyor ama böyle bir biçimde var, o deftere bakıp, o da konuşma ya, o konuşmanın içinden anı çıkartıp üç saatin sonunda illa bir fikir çıkacak ya o defterle bakışmaktan, onu yazdığın zaman da oluyor, bu işte iyi gözlemcilik, iyi takipçilik, incelikli haytalık artı enteresan ve yoğun bir biçimde çalışmak gerekiyor…
Affetmeyensanat: Diğer yöntem için Orhan Pamuk örneği ilginç, kendine bir ofis tutuyor, sabahları kahvaltıdan sonra ofisine gidiyor, akşama kadar masa başında çalışıyor…
Bunun iş olduğunu idrak etmiş, iş olduğunu idrak ettiğin zaman durumun (biraz kararsız kalıyor) böyle bizim gibilerin çalışma biçiminde gevşek olma hali çok kolay, kaçarsın, istediğin kadar kaç, yapamıyorum dersin yapamazsın, ama oradaki dirayet, asıl mesainin o büyüklüğü orası, o defteri önüne alıp selam defter diye altı saat işte sabah dokuzdan on saat oturup o defterle cebelleşeceksin orada ki onun sonuna çıkacak, çok enteresan, ben çalışmakla ilgili, bunun daha potansiyel iş olduğunu düşünenlerdendim, hala da potansiyele çok inanıyorum ama çalışma gerekliliği diğer işlerden bile büyük gibi geliyor, çünkü yok ya bir şey aslında, sen var edeceksin, içten cımbızlayacaksın, bir şey koyacaksın, o yüzden herkesten daha çok çalışmamız gerektiğini anladım…
Affetmeyensanat: 6.Müzikal stilinizi tanımlamak gerekirse ilk akla gelen türler önce blues sonra country-rock oluyor, kendi müziğinizi ilk defa dinleseniz sizin yapacağınız tanımlar nasıl olurdu?
Blues temeli çok belli ediyor bence, hepsine demezdim ama, aralarından bazen bluesdan şaşan şarkılar da var, bazılarının içinde jazz da gördüklerim var, bu o kadar zor bir şey ki, şurası, üretici tarafta durduğun zaman, şöyle oluyor, aklındaki şeyin karşılığı, bir şey sunuyorsun, onun bir yere gitmesi gerek ya…
Affetmeyensanat: Hı hımm…
O gideceği yer oksa eğer, yakın çevrende, bulunduğun alanda, senin üretim biçimin de garip bir hal almaya başlıyor, şunu yaşıyorum mesela ben 2013 de 2014 de blues şarkılar yaparak başladım, ama sonra ben dinledikçe müzik öğrendim çaldıkça öğrendim ve üstüne daha bir sürü şey öğrendim ama bugün öğrendiklerimi sahneye getirmek sunmak, denedim ve çok zor, bir karşılık yok sahnenin dışında, çok az, gönül istiyor ki dünya müziğinde olan şeylerin hepsini, günde on küsur saat hala gitar, hala dediğim tabii ki gitar çalışıyorum, müzik dinliyorum ve bir şeyler biriktiriyorum sürekli, bunları getirip herkesle paylaşmak istiyorum, durum şöyle ama, bireysel olarak kendi hazırlığını yapmayınca dinleyici, müzisyen burada patlıyor, geliyorsun, dünya müziğine uygun bir iki hareket yapacaksın, planın var, çalıştın hazırsın, gelip onu sunduğum zaman arada böyle bir boşluk oluyor, havada kalıyor koyduğun şey çünkü daha oraya tanım itmemiş ya, acaba ne dinliyoruz şimdi, sonra sahnede anlatmaya başlıyorsun, diyorsun ki bak, müzik böyle böyle gelişiyor, buraya gidiyor, artık jazz başka çalınıyor, artık bluesun durumu, duruşu ve biçimi değişik…
Affetmeyensanat: Evrilme sürecinde…
Köklerine sadık olmayanlar çöp, çok net söylüyorum, ama köklerine bağlı kalıp zamanla birlikte gelişen o müzikler çok güzel eserler, bugünkü jazzın hali, jazz şuraya geldi, jazz dinlemesi zor bir müzik olmaktan çıktı, artık pop müzik dinler gibi jazz dinleyebiliyorsun ve çalan müzisyenlerin hepsi virtüöz, inanılmaz zamanlamalar, inanılmaz davul soloları mesela, böyle zaman bölmek, diğer enstrumanistlerin biçimleri, bebop yeniden doğmuş gibi, şarkıların içinde cayır cayır bebop var artık, herkes düğüm atıyor şarkının içinde, çünkü müzisyen artık ona ihtiyaç duymuyor, diyor ki, tabii ki bir popüler kültür müzik dinleyicisinin bir müzisyen kadar dinlemeye hakim olmasını bekleyemezsin, çünkü bu da çalışma gerektiriyor, ona da zaman harcayacaksın, dinleyiciye onu götüren adamın şöyle kaygısı oluyor, müzisyen hayatta kalmalı, hem o dinleyiciye hem de kendine saygı duyacağı işi yapmalı, hem virtüöz müzisyen arkadaşlarını mutlu edecek, hem sokakta dans etmek isteyen adamı mutlu edecek, hem birinin söylemini paylaşacak, şarkı sözleri yazacak, bunun hepsini kovalayarak o kadar, biz de değil de dünyada diyelim, bunların hepsini paket haline getirmiş müzisyen abiler var, bunlar örnek alınmalı, ona göre davranılmalı, o yoldan gidilmeli, bugünkü ticaret durumunun sertliği ile ilgili tabii, yaşam kaygısı ve satış stratejileri ile ilgili bir durum, satan müziği üretmek hep zor gibi görünür ama aslında en kolayıdır, bene zor olan satan müziği yapmayı kabul etmek gerçek müzisyen için, diyor ki gerçek müzisyen, ben gerçek müziği öyle bir yaparım ki küçük işlerle uğraşmam, hepsini tatmin edecek şekilde yaparım, yaptığım şeyin benim birikimim ile ilgili olduğunu herkese gösteririm, gibi bir tavırla müziği geliştiriyorlar artık, bizde de bunun uyanması lazım, dünya müziğinde ne oluyor bu adamlar her şeyi bir araya nasıl getiriyorlar, nasıl sıkı çalışıyorlar da bu kadar büyük bir malzemeyi çok ince elekten damlatıp üç dakikaya çekebiliyorlar, beş dakikaya, bizim de bu hassasiyette çalışmamız lazım…
Bebop Café – The Greatest Stars of Bebop & Swing:
Affetmeyensanat: Bunların pek olmamasının nedenleri konusunda aklıma şu geliyor, işte bebop dedik, bebop bir kültür ortamının, bir aile ilişkilerinin ürünü, her kuşak önceki kuşağa tavır olarak çıkıyor ama belirli kalıtsal şeyleri de taşıyor…
Kökler sağlam evet…
Affetmeyensanat: Doğru köklerini koruyor, bizim ülkemizde de bu bebop, jazz ve blues kültürü henüz kökleri ile birlikte yerleşemediği için, çocuk dahi henüz babasını bilmeden bu işin içerisine girdiği için, ve daha önceki kuşaklardan ve köklerden yeterince haberdar olamadığı için belki de bu iki dakikada üç dakikada bu kültürün sentezini yapana “yabancı” müzisyenlerin birebir yansımasını göremiyoruz burada, kültürün bize eksik girmesinde de epeyce bir eksiklik oluşuyor sanki…
Zaman anlamında haklılık payı var ama çok da geride olduğumuzu düşünmüyorum çünkü dünyada jazz müzik çalışmaya başladığı zaman İstanbul bu işin geçiş yerlerinden birisi olmuş, buradan taşınmış, burada tanışılmış, dünya müzisyenlerinin İstanbul’da tanıştığı ile ilgili bir sürü hikaye bir sürü belgesel izledim, bir sürü şey de okudum, o yüzden çok da dışında değiliz aslında sistemin, bugün bile buradan geçiyor müzisyenler, semt olarak durduğumuz yerin dünyadan ayrı olmasının bir ihtimali yok…
Affetmeyensanat: Elbette, ama toplumsal kültür durumu açısından demiştim…
Kültür durumunda… Bence bu yine şeye bağlanıyor, bireysel anlamda o eğitilmiş olma biçimi, bize düşünmeyi öğretmedikleri için insanlara, nasıl düşüneceğini bilmeyen birinin hayattan sıkı bir tespit çıkartması, bunun devamını sağlaması pek kolay değil ya, aslında o geçiş sürecinin içindeyiz, ama biraz artık beceriksizlik mi diyeyim, yapamadığımız şey şu bence, doğru düşünmekle ilgili sorunlarımız var bizim, bunu öğretmiyoruz da çocuklarımıza, bu da doğru düşünemeyen çocukları, kökleri, geride ne olursa olsun, düşünme biçimi hakkında fikri olmayan çocuğun oradan bir şey alıp ileriye taşıması çok zor, hep geriden başlıyoruz, deneyim deneyim, aslında bu öğretilebilir bir şey, mantık, felsefe, ama bu şey değil, şöyle mantık ve felsefeden bahsetmiyorum, sayısal verilerle değil, ben lisede mantık gördüm, geldik nereye geldik yine, bana hiç kimse neden birin bir, sıfırın sıfır olduğunu söylemedi, biri bana bunu yedi yaşımda söyleseydi işler bambaşka olurdu, çünkü düşünme biçiminin, hayal kurma biçiminin, dünyanın çalışma prensibinin, ne bileyim işte birbirimizi nasıl gördüğümüzün, varlık ve yokluk arasındaki o ince çizginin gerçeklik olarak bize nasıl yansıdığını anlama durumunun ipleri hep oralardaydı ama biz hiç oralardan kimse bahsetmedi, bunu bahsetmediğin çocukların geçmişten gelen güzel şeyleri ileriye taşımasını bekleyemezsin, bunu bahsetmediğin çocuk ne taşır biliyor musun, üç kağıt taşır, hızlı köşeyi dönmenin yöntemlerini taşır, her türlü küçük işi çevirmekte ustalaşır, çünkü temelsiz olur, ne dedik başta, temelsiz olan şeyler berbat olur…
Affetmeyensanat: Evet, oraya geldik…
Durum burada bozuluyor, bizim değiştirmemiz gereken şey çocukların nasıl düşünmesi gerektiğini onlara çok küçük yaşlarda anlatmamız, onlara öğretmemiz lazım çünkü bugünün sokağının insanlar doğru düşünmeyi bilmiyor ki, sebep sonuç ilişkisi kuramıyor, çıkarım nasıl yapılır bilmiyor, bizde tartışmaların sonu kavgaya çıkar hep, çünkü anlaşamıyoruz ki, doğru düşünemeyen insanlar doğru iletişim de kuramıyorlar, bozukluklar buralara dayanıyor, bunlar hep iyileştiricidir ama, tamam dünyanın biraz gerisinde olabiliriz, ama bu geç kaldığımız anlamına da gelmez, yetişilir mi yetişilir, önüne geçilir mi geçilir, daha önce yapılmış mıydı, yapılmıştı yüzden can sıkacak bir durum yok, kolayca olmayabilir, çok çalışmak lazım, bir de bu kuşağın çocukları inanılmaz, her kuşağın çocukları inanılmaz oluyor tabii ki, zaman geçtikçe her çocuk daha kusursuz oluyor diğerlerine göre bence, onların potansiyelini doğru değerlendirmek, onlara zaman kaybettirmeden hayatın içine almak lazım…
Affetmeyensanat: Burada teknolojik bir birikim de onların lehine işliyor aslında…
Evet, doğru kullanılırsa işliyor, bununla ilgili düşünceyi de doğru öğretirsen yüzde yüz verimlilik ama eğitmediğin zaman bu silah, (telefonu gösteriyor) çocukları zehirlemek için inanılmaz bir silah, durum böyle karışık biraz…
Affetmeyensanat: 7.Son okuduğunuz kitap, son izlediğiniz film nedir?
Seher ablanın verdiği kitabın adı neydi? (Melissa’ya soruyor) Bu hayal, neydi hayal, (hatırlamaya çalışıyor), Ahmak-ı Hayal diye bir kitap, Seher abla diye dünya tatlısı bir ablamız var…
Affetmeyensanat: Kitap onun mu yoksa…
Onun tavsiyesi, ondan sonra, kitapta insan yolculuğunu anlatıyor, neden varız, neden yokuz, insanlar neden görür, gerçek nedir, neyin mücadelesini veriyoruz tadında böyle biraz efsane içeren, tatlı bakış açıları olan bir kitap, tavsiye ederim…
Affetmeyensanat: Peki film?
Film ne izledik en son (Melissa’ya bakıyor), ben de yok mesela şu an, niye yok, gözümün önüne gelmiyor film…
Melissa: O eskiden izlediğin film…
A şeyi izledim The End of the F***ing World diye bir dizi, dün akşam onu izledik, ikinci sezonun finalini yaptı…
Affetmeyensanat: 8.Sizi sanal ortamda klipten çok anlık çekilmiş ya da bir anda hazırlanmış gibi görünen klip ya da kayıtlar ile görüyoruz, bu seçimin belirgin nedenleri var mı?
Bir anlık hazırlanıp çekilmiş gibi görünmesinin nedeni bir anda çekiliyor zaten (Melissa ile birlikte gülmeye başlıyorlar), bunun bir sebebi, şöyle oluyor, insan içinden gelince yapar ya böyle şeyleri, hadi diyoruz, şöyle yapalım, ama şimdi, evde bir sürü ekipman var, kameram var işte, otur yap değil mi, öyle olunca olmuyor, o sırada yaptığın zaman o daha gerçekmiş gibi geliyor, bir de orda başka bir samimiyet olduğunu düşünüyorum, ilk halinin o ilk biçiminin en doğrusu olduğunu hissediyorum, teknik anlamda da, her şeyi bir kenara bırakıp ilk aşk gibi, ilk öpücük gibi, onu paylaşmak daha hoş bence, sonra kızıyorlar şunu adam gibi kaydet diye, haklılar, onu da yapıyorum sonra, son yayınladığım şarkılar arasında mesela sabah kalktık, hadi bir şey yapalım diye, yaptık sonra, ama buradan dönünce İstanbul’a hepsinin temiz bir kaydını yapıp akustik olarak, masteringi yapılmış olacak sanırım…
Affetmeyensanat: 9.Yeni hedefler ve projeler neler?
Birazcık artık şurayı düşünmeye başladım, kalabalığımızı büyütmekle ilgili, artık zamanının geldiğini düşünüyorum, daha çok insana gitmeliyiz artık, daha çok insanla konuşmalıyım, dinleyicilerimizle birbirimizi tanıyoruz, hepsinin yüzlerini biliyorum, artık daha çok insanla uğraşmam gerektiğini hissediyorum, eskiden böyle bakmıyordum ama artık zamanı gelmiş gibi hissediyorum, o yüzden bununla ilgili, yılbaşına diyelim, yeni şeyler yayınlayıp, sonra kalabalığımızı biraz büyütüp selam ben burdayım demeye devam edebiliriz…
Affetmeyensanat: Bu yeni şeyler youtube kayıtları mı olacak, albüm kayıtları mı olacak?
Albüm yapmakla ilgili plan, albüm yapmayı düşünüyoruz, şöyle çalışmaya karar verdik, albüm yaptığınız zaman, ben albüm yapmak istiyorum ama (gülüyor kararsız bir biçimde), şöyle oluyor, albümden on şarkıyı ortaya koyuyorsun ama dinleme kültürü de bizde oturaklı olmadığı için üç şarkıdan sonrası bir şekilde geride kalıyor, zaman yenik düşüyor, o zaman şöyle bir şey yapalım diye düşünüyoruz, aralığın ortasında bir single, ocakta bir tane, nisanda bir tane diye biriktirerek en sonunda yeni birkaç şarkı daha yayınlayıp onunla bitirelim diye düşünüyoruz…
Affetmeyensanat: Röportajımız burada sona erdi…
Çok teşekkür ederim, çok güzeldi gerçekten, tanıştığımıza memnun oldum…
Affetmeyensanat: Biz de memnun olduk, birkaç fotoğraf da alabilir miyiz, röportajda aralara eklemek için.
Tabii ki.