BİRİNCİ KİTAP
YENİ SANAT FELSEFESİNİN(!) FENOMENOLOJİK BİR FELSEFESİ (GÖZDEN GEÇİRİLMİŞ İKİNCİ BASKI)
(ÇAĞDAŞ) SANAT MI MARJİNAL FAYDA MI?
Affetmeyen anahtar sözcükler: Sanatın marjinal faydası, ideoloji kılıfı, duygusuz dışavurumculuk, sanatlar ve variller
Affetmeyen Varan 1: Çağdaş sanatçı mı?
Çağdaş-güncel sanat mı?
(Çağdaş) sanatçı olmak için önce: üretilen “nesnenin” marjinal faydası hesaplanır, sonra: toplam faydası öngörülür, ardından da: bankada bir hesap açılır, “sanatsal” üretim seri biçimde ya “sanatçıcının” kendisi tarafından ya da kendisi çok paralı (paralanmış) ise “asistanları” tarafından gerçekleştirilir.
Ardından bir ideoloji kılıfı giydirilir, duygu aktarımı “aracı” olan dışavurumculuk duygusuzca benimsenip toplumsal bir “duyarlılık” maskesi takınılır ve en sonunda da “eser” topluma atılır; artık yapılması gereken tek şey: “gelen paraları” beklemektir. Olunmadı mı? O halde tekrar denenir.
Size, “hiç” satılıyor ve hep kanıyorsunuz, kanmakla da kalmıyor; hiçbir varlığı olmayanı varlığınız yapıp onu hemen alıyorsunuz, onun adı: (çağdaş) sanat.
Artık insanlar estetik değil; dahası sanatçıların yaşamı da pek “estetik” değil, o yüzden sanat artık her yeri saran-sarmalayan estetik bir görünüm içerisinde yanıp sönen “acı verici” bir maske.
Affetmeyen Varan 2: Sanat galerisinin ortasında bir çöp varili var dostum, gel hadi, gel de birlikte şöyle bir bakalım: bu “imgesel varil size ısrarla, “ben çöp variliyim sanat parkında; sen farkında değilsin ama polis farkında, beni sanat çöpçüleri(!) görse değerim “onalrın yüzünden” düşecek diye kaçardım,” diyor, sergi gezen eleştirmenler ise “varile” kulak asmıyor, hala hiçliğin ne kadar anlamlı olduğundan bahsediyor.
Sonra kandırılıyorsunuz, bunu:varilin varilliğini bile bile yine de kanıyorsunuz. Siz: “kavramsız kavram karmaşası sanat eleştirmenleri”, lütfen artık varile baka baka kendinizi ve spekülatif dilinizi biraz eleştirin.
Gerçeküstü ve dışavurumcu sanat mı, gerçeküstücü sanat kavramları mı? Geçelim artık bunları dostum, on dakika reklam izleyin, bir moda dergisi karıştırın, bütün bu anlamların (Gerçeküstü olgusu da artık sıkıcı çünkü makineler en inanılmazı ((gerçeğin gerçeküstünü)) dahi yapıyor, hatta: ben makine miyim? diye size gayet gerçekçi biçimde sorabiliyor…) nasıl yavanlaşıp sıradanlaştığını görebilirsiniz…
Affetmeyen Varan 3: Tek başına ele alındığında hiçbir anlamı olmayan şeye “sanat” denmeye başladı, böyle denmesinin nedeni ise çoğaldıkça her katmana bir anlamın eklenmesi…
Kopyanın kopyası devri de bitti artık dostum, “katmanın katmanı” devri başladı, sanat hiçbir anlamı olmayan şey üzerine geçirilmiş sayısız şeffaf katmandan ibaret, her katmana bir anlam verilip “bu sanattır” deniyor çünkü insanlar sanatın dışında değil içinde yaşıyor, o nedenle her şey sanat katmanıdır; ne kadar çok sanatın varsa o kadar katmerli bir hiçsin.
Saflık: sanat dünyasında bulunmaz, peki amacımız sanatsal amaçlar mı olmalı? Sanat; sanatı hiçbir biçimde ciddiye almayan amaçlara sahiptir.
Affetmeyen Varan 4: Sanatsal olmayan arıyorum, yol gösterecek var mı? Çağdaş sanatçıların işi artık çok zor çünkü her şey sanat oldu: uğraşın, çabalayın eğer sanatsal olmayan tek bir şey dahi bulabilirseniz tebrikler, çok şanslısınız çünkü artık sanatı ciddiye almayan ciddi bir sanatçısınız.
Geçmişte yapılan sömürgeciliği eleştirmeyi bırakalım artık, günümüzde yapılan en büyük sömürü: sanatın sanat dışı olarak sömürülmesidir.
Affetmeyen Varan 5: Paranoyak bir çağdayız dostum: İnsanlar paranoyaklaştı, işletmeler paranoyaklaştı, dil paranoyaklaştı, sanat paranoyaklaştı, hayatınızda bir defa gördüğünüz; üçüncüye de görmeyi düşünmediğiniz bir kadına (sanatçıymış…) “yirmi metre uzaktan” selam vererek yolunuzu değiştirip gidiyor; sonra ondan şunu duyuyorsunuz: “Aslında bana aşık!”
“Ülkenizin en büyük “avm”sinin adı nedir?” diye sordu “önemli bir kurumun başkanı”, biraz düşünüp: “Görünmeyen ama devasa yapıda oluşu ile gözümüzü alan bir ticaret merkezimiz var, dedim; onun adı: (çağdaş) sanat.
Tanık olduğumuz öykülerle ilerleyelim dostum:
Affetmeyen Varan 6: Galeri yeni kapanmıştı, saat akşamın altısı, etraf sessizleşince galeri müdürü bakındı, bugün sergisi biten ünlü bir çağdaş sanatçıdan aldığı; ona “iki yüz bine” patlayan çok önemli bir çağdaş sanat eseri olan şu: oturma odası grubunu ne yapacağını önce bilemedi, sonra bir kamyon çağırdı, evindeki boş odalardan birini “ikinci oturma odası” yapmaya karar vermişti. Soran olmazsa kimseye, bunu bir sergiden aldım, demeyecekti.
Sanat olarak görmediğim elli nesne belirledim dostum, her birini boyaya batırıp çıkardım, emindim: yakında en az birisi (çağdaş) sanat eseri olarak görülebilirdi.
Yalnızlığı anlamıyorlar dostum, kendi başına anlamları olmadığı için artık insanlar yalnız kalıyor. O yüzden sanatçılar yalnız değil anlamsız olmak zorunda kalıyor.
Affetmeyen Varan 7: Son zamanlarda karşılaştığım birçok kimsenin “borderline” olduğunu fark ettim; sınırda yaşayanın “sınırsız dengesi “olmalı oysa, gidip kendi gözleriyle kendilerine tanık olamıyorlar; duygu durumları yoldan geçen araçlar gibi birer belirsiz nesneden ibaret.
Artık sanatın hesap kitap işi olduğunu sezdiğim an sanata olan güvenimi yitirmeye başladım, çünkü bu gördüğüm “sanat gerçeği”, hesaplı bir biçimde gayet yapaydı.
Affetmeyen Varan 8: Sanat, Büyük Sanat Olmayan tarafından yönetiliyor artık, onun işi, sanat olmayanı sanat olarak sömürmek.
Kültür endüstrisinin arzı o kadar fazladır ki, yeri geldiğinde sizi de biçimlendirip bir kültür talepçisi yapmakta çekinmez. Adorno devri gerilerde kaldı, kültür artık “yen modeller” ile katlanır halde sürekli üretiliyor ve bunu yapanlar sanat olmayanı satan “sanatçılar”.
Kültür endüstrisinin üretim bandı sürekli işliyor; üstelik; “sanatın sonu geldi,” isyanına kulaklarını tıkayarak tıkır tıkır çalışıyor, üretilen kültür ise üretim bandından indirilip hemen paketleniyor ve daha önceden belirlenmiş adreslerdeki alıcılarına ulaştırılmak için “topluma” sürülmeye başlıyor.
Pazarın taleplerine cevap verebilmek için hiç durmadan çalışıyorlar, boyaları boyalara; mermerleri taşlara karıştırıyorlar, sürekli kendilerini tekrar edip duruyorlar, onların adı ise elbette “çağdaş” sanatçı. Sanattan uzaklaştıkça daha fazla sanatçı olduklarını düşünüyorlar, maddi nesneler yapıyor; yaptıklarının “kültürel endüstriye” dahil olduğunu fark etmiyorlar.
Affetmeyen Varan 9: Sanatın hedefi nedir? Hedefi olmayan bir şey aslında sürekli yerinde sayıyor olamaz mı?
Sanattan bir parça boyalı para alıyorum ve tadının iyice kaçmış olduğunu fark ediyorum, sanatın denemediği ne kaldı? Bunca “denemeye” rağmen nedense pek bir şey yapamadı, bir “sanatçıya” soruyorum: “Nereye gittiğini biliyor musun?” tuvalini boyamaya devam ederken cevap veriyor: “Gitmek mi? Bunu hiç düşünmemiştim…”
Artık sanat, nereye gideceğini pek umursamıyor, formül belli: ya tutarsa?
Kant hukuku (Hukukun kendinde şeyi diyelim…) der ki; benimki ve seninki varsa hukuk vardır.
Oysa “onunki” oldu hukuk, artık ne yapacağını “bilemeyenlerin” “bilerek yaptığı” şeye sanat (çağdaş sanat, güncel sanat vs…) denmeye başlandı, sanat sıradanlaştıkça daha yüksek perdeden konuşmaya kalktı, “sanat eseri olma anlamı” dışında hiçbir anlamı olmayan şeyler sanat oldu.
Affetmeyen Varan 10: Artık anlam, henüz kavranmadan sürekli bilgi “yozlaşmasına” uğruyor. Sanatı kavrayamadınız mı, üzülmeyin, zaten bir haftadır dolaptaydı, zaten bir anlamı da kalmadı.
İKİNCİ KİTAP
REKLAM DÜNYASI + SİNEMA DÜNYASI = ÇÖPLÜK SALATASI
Affetmeyen anahtar sözcükler: Sanatın pazarlanma teknikleri, hipergerçek ama soyut, Vertov’un gerçek olmayan gerçekçi sineması, Godard’ın görünmeyeni görme çabası
Reklam dünyası + sinema dünyası = Çöplük salatası
Affetmeyen Varan 1: Sanat dünyası ile reklam dünyası artık hiç olmadığı kadar iç içe, sanatçılar sürekli “bölüm aralarında”, “kendini en az; kendiliğiyle on defa olmak üzere” tekrar ediyor, reklamcılar vasat ve insanı bezdiren bir alaycılıkla bu sanat üretimlerini bize sergilemeye çalışıyor, hangisi reklam; hangisi sanat, sorusu artık gereksiz, ne sanat var ne reklam, karşımızda nevrotik bir grup var ve anlamsız oluşları nedeniyle uğradıkları kayıpları gidermek için bizden sanat tehdidiyle intikam almaya çalışıyorlar.
Affetmeyen Varan 2: Sinema artık neden yanılsamalar üzerinden düş kurdurmuyor, çünkü her şey o kadar “hipergerçekmiş” gibi sunuluyor ki; bu hipergerçek gerçek değil, demek zorunda kalıyoruz, patlama efektleri (muz efektleri de buna dahil) ne kadar hipergerçekçi olursa bizde uyandırdığı gerçekçi hisler o kadar azalıyor, ne de olsa gösterge her zaman gizlice kendi gerçeğini gizliyor, sinematografi sürekli hipergerçek bir düzleme evriliyor…
Affetmeyen Varan 3: “Vertov gerçekliğinin” de gerçeklik olmadığı anlaşıldı çünkü Vertov sinemasının en gerçekçi yanılsaması: dünyanın kurgusal olduğunu düşünüp kurguyu sinema diline katmasıydı… Hatırlarsak, Kameralı Adam; bize belgesel bir gerçeklik kurmakla kalmaz aynı zamanda dörder-beşer saniyede bir sürekli değişen görüntüler ile Vertov’un karşı olduğu sinema dilinin devamını sağlar: burada da tuhaf bir dramatik yapı vardır ve izleyici gerçeğe bakar gibi değil de; bu kurgusal gerçeklik birazdan neye çözülecek, diye bakarak bekler. Vertov gerçekliği anlamını kaybetmeye başlar.
Vertov gerçekliğin görünenine aldanırken Godard görünenin ardındaki anlamsızlığın anlamına aldanır, Vertov sürekli görüneni göstermeye çalışırken Godard, içine düştüğü bu yanılsamanın belli belirsiz farkında olarak sürekli anlamsızı vurgulamaya başlar; bunu sorgulaması da anlamsızdır çünkü her yeni olduğu söylenen dil; bütünüyle önceki kuramı yadsıyarak oluşur, öncü sanatçılar sanat için çabalamazlar, mevcut sanat kuramlarını yıkmak için çabalarlar, onların içlerinde barındırdıkları çelişkiler ise kendilerine değil; karşı çıktıkları kuramlara aitmiş gibi görülmeye çalışılır.
Affetmeyen Varan 4: Sinemanın gerçekliği yansıtma konusunda Vertov sonrası kullandığı en önemli araçlardan birisi elbette “alan derinliğidir”, artık gerçeklik yapay bir kurgu içerisinde yan yana getirilmez, nasıl ki dış dünyada insanlar her zaman bir perde önünde durarak konuşmuyor; aralarında bir ön-arka ilişkisi bulunuyorsa sinemasal gerçekliğin de bunu göz etmesi gerekir, artık Ayzenştayn’ın kurgusu sadece yönetmenin gerçeğini gösterir oysa alan derinliği gizemli olanı kurmaktadır.
ÜÇÜNCÜ KİTAP
ORTADA GÖRÜNENİN OLMADIĞI BİR YOZLAŞMIŞLIK: RESİM SANATI
Affetmeyen anahtar sözcükler: Hedefsiz sanat hedefleri, imgenin gerçekliği, Benjamin’in aurası, sürekli yinelenen hiçlik
Affetmeyen Varan 1: Bir şeyi kabul etmek gerek: resim sanatına duyulan ilgi yitirildi(!), sergi açılışlarına ilk gidenler “koleksiyonerleri yalnız yakalama kaygısındaki” ressamlar (koleksiyonerlere göre de sanatçılar) oluyor çoğu zaman, geri kalanlarsa ya ressamların ailesi, ya arkadaşları ya da davet geldiği için gitmek zorunluluğunu hisseden basın çalışanları… Resim sanatına duyulan bu ilginin yitirilmesini, sanatın anlamını epeydir yitirmesinde ve hedefsizce sağa sola çarpıp melankolik kavramsal haykırışlar içerisinde bulunmasında aramak gerek, resim sanatı “resmini” yitirmeye başladı, resme bakılmak istenmiyor: bakarken yanından geçiliyor, ressamlar; göstergelerin gizlediği ağ gibi örülü o gerçekliğin imgelerini bizde uyandıramıyor, resme bakıyor: gerçek gibi yapmış ama değil, diyoruz, o sizin yaşadığınız gerçeklikte değil; en azından bunu seziyorsunuz, ne kadar gerçek-hipergerçek yaparsa yapsın bu resim gerçek değil, çünkü gerçek her zaman göstergenin içine gizlenir, gösterge ise salkım salkım olmuş tüm gerçeklerini gizler bize, sadece görüntü olarak görünür, ressamın hatası ise görüntüyü bize gerçek diye sunmasında; hatta diretmesinde gizli.
Affetmeyen Varan 2: Bir mandalinaya bakarsanız onu görünür olarak görürsünüz çünkü gerçekleri “mandalina göstergesine” gizlenmiştir, bunu sezmek için onu görünür olmaktan kurtarıp varoluş süreçleri ile var olmanız (olabilmeniz) gerekir, mandalina daha öncesinde bir çiçek, daha da öncesinde ise bir tohumdu.
Leonardo gibi resim yapabilirsiniz, neden yapmıyorsunuz, çünkü yaptığınız resme inanmıyorsunuz, böyle resim yapmaya kalksanız da size kimse inanmazdı zaten.
Affetmeyen Varan 3: Godard gerçeği ararken Vertov gibi belgesel gerçeği değil anlamsız içerisindeki gerçeği göstermeye karar vermişti, demiştik hatırlarsak, dünya sorgulanıyor, kamera hareketleniyor, kimi zaman olaylar anlamsızlaşıyor ve bize gerçeği göstermeye çalışıyordu, ne de olsa anlamsızca davranan birisi de bir gerçeklik taşır… Burada şunu sormak gerek, Godard gerçeği gösterebildi mi?
Affetmeyen Varan 4: Dünyayı yansıtmaktan-resmetmekten vazgeçmiş olan soyut resmin tekdüze daire ve karelerini açıklamak için tamamen dünya içerisinde kök bulan “imgesellik” kavramına yaslanması, soyut resmin en büyük çelişkisi değil midir? Gerçek bir imge yoktur, imge bir gerçekliktir ama gerçeğin yerini alamaz: aldığında zaten olan şey eksiksiz bir gerçektir, her imge biraz gerçek; biraz düş barındır, o halde biraz düş biraz gerçek barındıran soyut resim nasıl soyut olabilir?
Ya düşler, siz hiç “soyut düş” gördünüz mü?
Affetmeyen Varan 5: Soyut resim çoğu zaman sıkıcı bir gündelik yaşam havası verir, soyut gerçeği gözardı eder, gerçek olandır; soyut ise olmayan, o nedenle olmayanı olana üstün tutmak için gerçekçi bir soyut nedeninizin olması gerekir yoksa hiç kimse “soyutunuzu” sanat olarak görmek zorunda değildir.
Soyutun soyutu nasıl bir soyuttur ki yeni soyut resim akımı önceki soyutun üzerine bir şey eklemiştir? Ya sonsuzluk, tamamen ilgisizleşen ve duyarsızlaşan bir soyut sonsuza kadar soyutluğunu devam ettirebilir mi?
Soyut bir eser özgün olabilir, bu onun;Benjamin’in de belirttiği üzere bir aurası olduğu anlamına gelir mi?
Soyut sanat dünyaya dair ne varsa onu yok etmeye eğilimlidir, ve en soyut olanı da budur eğer dünya somut ise…
Affetmeyen Varan 6: Her şey sürekli yineleniyor, ağaçlar, sokaklar, binalar sanki birisi tarafından kontrol edilen yapay bir dünyanın “içerisindeymişizcesine” bir görünüp bir kayboluyor, her yan görüntü, peki ya bu görüntüler soyut ise; bir gerçekliğin soyutuna hapsedilmişsek, kendimizi yineledikçe soyutlaşmaya başlıyorsak, soyut sanat kavrama verdiği önem nedeniyle bir devrimsel duruş sergiledi ama kavramların da anlamlarını sürekli soyutlaştırarak kendi varoluşunun suyunu çıkardı, niteliksizleşti, çöpleşti, anlamsız dahi olamayan bir sıradanlığa büründü.
DÖRDÜNCÜ KİTAP
META SANATI MI? SAHTE SANATIN SAHTESİ NEYİN GERÇEĞİDİR?
Affetmeyen anahtar sözcükler: Meta sanatı, sahte sanatın sahtesi, eleştiri kalpazanları, burada olmayan bir “dasein”
Affetmeyen Varan 1: Sanat gerçeği gizler, çarpıtır, abartır, bir ideoloji kılıfına indirger, soyutlaştır; bunun yapmasının nedeni “zayıf insanın” gündelik yaşamın “varoluş sıkıntısına” katlanamayacağını düşünmesi; bu “Sartre vari” bulantıdan çıkmanın yolunun (çağdaş) sanatta olduğunu çok bilmiş bir tavırla diretmesidir, tüm sanat ve “estetik” değerlerinizi bir kenara bırakın, yapılacak şey: varoluşa sanat olmadan da katlanabilmektir, sanat ve estetik aynı şey değildir, sanat bir olgular bütünü; estetik ise bir değerler ve anlamlar sistemidir, sanat olan her şey estetik değildir.
Affetmeyen Varan 2: Bir meta ne zaman sanat olur, bir konserve kutusu her zaman sanatsal bir konuma taşınabilir çünkü sanat “şeffaf katman konumlarını” birbirine ekleyerek ilerler, her katman gizlice bir önceki katmana gönderme yapar, öncü sanatın varolabilmesi için karşı çıkabileceği bir şeffaf katman bulunması gerekir, o nedenle daha önce de söylediğimiz üzere öncü sanatçılar pusuda bekleyen sanat devrimcileridir, onların devrim sonrası arkasından gelecek bir kitle için söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktur, çünkü yaptıkları tek şey: sadece anlamların yerini değiştiren; sanat adına değişmez terimler ve çıkarımlar sunamayan bir sanat kuramının eksikliğini bulup o eksikliği bir “konserve kutusu darbesi” ile yıkmaktan ibarettir.
Affetmeyen Varan 3: Geçmişin “biçimsel” sanat ürünlerinde ilk göze çarpan şey, aslında gözümüze çarpması mümkün olmayan sezgileri ve gizemleridir çünkü gizem demek; düşlerin, düşüncelerin, sezgilerin ve imgeselliğin yeşermesi demektir, sezgilerini yitiren her nesne diğer nesneler arasında sezdirmeden yerini alır, ona değerini verecek şey: sanat borsasının ve “eleştiri kalpazanı eleştirmenlerin” vereceği anlamı sürekli değişen anlamlardır.
Affetmeyen Varan 4: “Özgünlük” kavramını yıktıktan sonra yaptığınız her şey özgünleşme çabası ise ortada yıkılan bir özgünlük yoktur, olan şey; makine üretimin özgün olduğu paranoyasını reklam ve sanat borsası aracılığıyla kitleye dayatmak ve kitlenin kararsızlaşmasını beklemekten ibarettir.
Sanatsal üretiminiz çok kolaylaşmışsa bilin ki her yaptığınıza: sanat, demeye başlarsınız.
Affetmeyen Varan 5: Artık musluklar, çikolata paketleri, peynir kutuları, su şişeleri ve aklınıza gelebilecek sayısız teknolojik cihazlar sanattır çünkü yeni çağın tek hedefi ticari nesnelere “estetik” bir biçim kazandırmaktan ibarettir, oysa bu sanatsallık sadece “oradalıkta” varlık bulur, varlığı burada olmayan bir “da-daseindir”, reklamında çok sanatsal gördüğünüz musluk lavabonuza takıldıktan hemen sonra sanatsal anlamını yitirir ve gündelik yaşamın sıkıcı nesneler düzlemine “hala sanatsalmışçasına” dahil olur.
BEŞİNCİ KİTAP
BOŞLUĞUN SANATI NEDEN BU KADAR DEĞERLİ?
Affetmeyen anahtar sözcükler: Boşluğun sanatı, sanatı hiçleştirmek, tüketim toplumu metaları, iletişim araçlarının iletişimsizliğe mahkum oluşu
Affetmeyen Varan 1: Fark etmişsinizdir, çağdaş sanatçılar arasında: boşluk, sessizlik, değersizleşmek ve hiçlik kelimeleri sürekli dolaşır durur, bu kelimeler o kadar sinsice biçimde ve sürekli olarak kullanılır ki ister istemez bu hiçleşme isteğinde bir ikiyüzlülük sezersiniz, sanki sanatçı kendini değil diğerini; sanatını değil sanatı hiçleştimek istiyordur, bunun farkında değildir elbette, bir “hiçlik gelenek” vardır ve o da bu gelenek içerisinde yer alarak yeteneksizliğini bir hiçlik kılıfına gizlemeye çalışır.
Hiçliğin ötesine kimse geçemez; hiçliği ters çevirdiğinizde de elinizde “bir varlık” kalmaz; hiçliğin tersi bir kategori değildir, açık ve kapalı gibi bir zıtlaşma barındırmaz, unutulmamalı ki; anlaşılmaya gerek duyulmayan sıradanlaşır…
Hiçlik ve boşluk yaşamın her anını kaplamaya başlar, hatta o kadar ileri gider ki reklamlar her an hiçlikten bahseder, sanat her an hiçliği “değerlendirir”.
“Bu reklam ve sanat ne anlatıyor?” dendiğinde kısa bir an bakar ve:
“Hiçbir şey anlattığı yok…” deriz, öyle midir dostum; öyledir de.
“Peki neden ona bakıyorsun?”
“Çünkü sürekli tekrar ediyor…”
Affetmeyen Varan 2: Farkında olmasak da bir şeyleri sezeriz, artık reklamlar geçmişin sanat eserlerinin birer pastişi olmuştur, her reklam kendini sanat eseri olarak; her çağdaş sanat eseri ise kendini reklamlarıyla tanıtmak zorunda kalır, çağdaş sanat galerilerinin en çok önem verdikleri şey, serginin tanıtımını anlatan; yazanın da hiçbir şey anlamadığı tanıtım metinleridir, tıpkı bezginlik veren reklamcıların alaylı dilleri gibi bu “sanatsal” metinler de kendi kendileriyle alay eder, reklam metinlerinin tersine; bu sanat tanıtım metinleri kendileriyle alay ettiklerinin pek farkında değildir, içlerinde sayısız kavram cirit atar; anlam sürekli yer değiştirir durur, zaten her sanatsal kuram sanatı farklı anlamaktan ve diğerlerinin anlamadığını öne sürmekten başka nedir ki? Öyle olmamış olsaydı sanatın bir tanımı yapılmış olurdu.
Affetmeyen Varan 3: Ne kadar hiç olsalar da reklamları izlemeyi sürdürür; sanat eserlerinin çevremizde olmalarını kanıksamayız, ne de olsa sanat eseri demek iyi para eden bir şey demektir, tıpkı reklamların amacının paranın dolaşım hızıyla ilgili olması gibi…
Affetmeyen Varan 4: Boşluk sürekli daha boş olarak sunulur, tatile mi çıkacaksınız; hemen ödemeyi yapın sizin için en boş yeri alalım, boşluk o kadar çok vurgulanır ki dünyanın bomboş olduğunu düşünmeye başlarız, oysa insanların her geçen an daha fazla sıkıştığı caddeler ve sokaklarda yaşamaya başlamışızdır ki bu da kimsenin görmek istemediği amansız bir ironidir.
Tüketim toplumu ve onun metalarını estetik kılıfa büründüren sanat dünyası bizden şunu söylememizi ister:
“Kendim bomboşum…” böylece gerçekliği kuracak hiçbir sezgimiz kalmaz, bize sunulanı kabul ederiz, bizim boşluklarımızı ise: “iç dünyamızı betonla dolduran” dış dünya kapatır.
Affetmeyen Varan 5: Boşluk, sanatı tanımlar çünkü sanat artık boştur, sizi bomboş yaptıktan sonra mekanik olarak üretilmiş nesnelerini size ticari değeri gizlenmiş bir estetik olarak sunar, her yanda bomboş sanat tanıtım metinleri dolanır durur, onların aradığı doluluk değil; bomboş insanlardır, boşluklar bütün dolulukları ortadan kaldırmaya çalışırken kültürel kodlara yaslanır; anlamların yerini değiştirerek kendilerinin de kültür olduklarını gizleyip toplumu ortak bir paranoyaya sürükler.
Affetmeyen Varan 6: Resimler artık “görülebilecek bir şeyi” olmayanlardır, heykeller artık “görülemese de olur”un bir şeyi olanlardır… Onların anlattığı şey ise: tanıtım metinlerinin bomboş bir biçimde üzerlerinde-üzerinizde bulundurulması ile sürekli değişen bir anlam kazanır.
Bu boş sanat bizde bir doluluk uyandır, hatırlarız, çıkarsama yapmak zorunda kalırız: peki bu kadar boş bir şey nasıl oluyor da burada olabiliyor, şüphesiz bu gizemli bir sorudur, ister istemez o esere az sonra unutacağımız bir değer vermek zorunda kalırız.
Resim, önceleri gerçeği aslına uygun olarak yaptığı iddiasındaydı, sonraları gerçeğin değil gerçeğin izlenimlerini gösterdikleri iddiasında oldu, izlenimler üzerine kurulu olan resimlerin gözden kaçırdığı en önemli şey gerçeklikti, gerçekliğin ne olduğu sorgulanmıyor; izlenimler bütünü gerçeklik olarak algılanıyordu, kuşkusuz tüm bu süreci bir anda bize gösterebilecek bir izlenimci eser gerçeğe yakınlık açasından epey dikkat çekicidir ve estetik bir anlam barındırdığı da söylenebilir, sürekli değişen gün ışığını tek bir tabloda bir gününün tamamı olarak betimlemek dahi; tablo hiçbir değer barındırmasa da, fikrin kendisi-kendiliği estetik bir yönelim barındırır.
Affetmeyen Varan 7: Resim sanatı uzunca bir süre gerçeği göstermek için değil; onu gizlemek için yapıldı, en büyük estetik değeri alanlar da kuşkusuz bu süreç içerisinde üretilen resimler oldu, gerçeklik gizlendikçe sezgiler devreye giriyor ve gösterilmeyen gerçeği bize sezdirmeye başlıyordu, kuşkusuz bu resim sanatının fark ettiği bir şey değildir, sanatçı düş dünyasında yaşamaktadır ve büyük bir telaşla gerçeklikten hemen aldığıyla yetinip kendini o gerçeği yansıtmaya adamaktadır, oysa bu gelenek modern sanat ile tamamen yıkıldı, artık gerçek, bir anda alınan bir şey değil; bütün gerçekliği ile bomboş varlığınıza aktarılması gereken bir şey, böyle olunca da şu çelişki ortaya çıkıyor: gerçeğin bütününün farkına varırken ya bomboş birisi olmak zorundasınız, ya da gerçekliğin bir kısmını alıp sezgilerinizle onu doldururken gerçekliğin büyükçe bir kısmını bomboş olarak algılamak zorundasınız.
Bu da epey güçlü olmayı ve kendini kandırmayan algılara sahip olmayı gerektiriyor, bir tabloya bakıp onun bomboş tarafını görmek cesaret ister çünkü algı, toplumsal kodlar gereği sürekli size gösterileni bir doluluk olarak algılamak zorunda kalır.
Affetmeyen Varan 8: İletişim araçları iletişimsizliğe mahkumdur, tıpkı politikanın politik olmayana; adaletin adaletsizliğe mahkum olması gibi, sanat da sanat olmayana mahkum olmuş durumdadır, işin kötü yanı sanat olmayanı önceleri mahkum eden sanatın kendisiydi, şimdi ise sanat olmayan sanattan intikam almaktadır. Bu döngüden çıkmanın yolu ise olanın değil olmayanın tanımlanması ile mümkün, şöyle ki; iletişimsizliğin ne olduğunu tanımlayabilirsek ondan kaçabiliriz, politik olmayanın ne olduğu tanımlandığında politika mahkumiyetini sona erdirmeye başlar, adaletsizliğin tanımlanabilmesi adaletin mahkumiyetini sona erdirir, sanat olmayan ise kendi hiçliğini göstererek sanat olanın dışında yer almaya başlar.
Dünya, dünya olmayanın ardına gizli; gerçek de gerçek olmayanın. Bu o kadar apaçık ki görmezden değil, “görürden” de geliyor ve işte: yine görünüyor, diyoruz, oysa göründükçe sezgilerimizi doldurarak bizden gizleniyor.
Affetmeyen Varan 9: Dünya nüfusu yanlış sayılıyor, artık insanlar sadece evlerde yaşamıyor: konserve kutularının da içindeler, su şişelerinin etiketlerindeler, bahçe makaslarının kutularındalar, çikolata paketlerinin üzerindeler, reklam filmlerinin içindeler, her meta artık insan biçimini aldı, bizimle dalga geçiyor; kendilerinin insan olduklarını söylüyorlar, biz de hemen inanıyoruz: çikolata paketinde gülümseyen bir kadınının gerçekten gülümsemediğini kim düşünür ki…
Boşluktan nasıl kaçarız?
Kaçması zor, her reklam artık bize boşluğu göstermeden boşluğun içine çeker, sanat boşluğunu gizledikçe bizi bomboş yapar, politika; dolu konuşmaya çabaladıkça boş alanlar açar, boş alan bulmak artık imkansızlaşır çünkü içine çekildiğimiz boşluk kıpırdayabileceğimiz bir boşluk değil; dondurulmuş bir boşluktur, irademizle hareket edemeyiz, bizi aldatan şeyin bize direktif vermesini bekleriz, kontrol bizde, deriz; oysa kontrol bizi boşlukta donduran bir güçtedir.
Artık her gördüğümüz şey değişmeyen görünümleri içerisinde görünüyor gibi görünmeye başlar, yaşadığımızı kanıksarız, gerçeklik değişmiyordur, şu diş macunu kutusu on asır geçse de değişmeyen bir güç olarak kalacaktır sanki. Yapay gerçeklik bizi dondurulmuş boşluğuna çeker.
Ve düş kurulmaz, düş kurulmuşsa eğer düşte açılan bir diş macunu tüpünün de ortasından sıkılmaması; kapağının da hemen kapatılması gerekir: görünen gerçek bizi esir etmiştir. Sırlar ve düşler diye bir şey kalmaz çağdaş yaşamda, şöyle ki:
“Dün gece düşümde buzdolabını açtığımı gördüm” dersiniz,diğeri hemen araya girer:
“Uyanmadan önce kapağını kapatsaydın, garantisi gider…”
Ona bir sır vermek istersiniz:
“Söyle söyle sen, kimseye anlatmam,” der ama kimseye de anlatmaz, zaten pek dinlememiştir, kimse kimsenin artık pek bir yaşamsal sırrı kaldığını düşünmez; her şey gösteridir; her görünene sezgisiz olarak çakılı haldedir, ne çiviyi görebilirsiniz ne de imgesel çekici.
Hava durumunu bilmek için göğe değil ekranlara bakılır, ne de olsa birleri daha önceden göğe bakmıştır…
Ütopyalar artık üretilmiyor çünkü gerçekleştik! Gerçek o kadar çok etrafımızı meta ile sardı ki meta kullanımı ve meta sanatı bizde yaşamın anlamını bulmuşuz izlenimi bırakabiliyor. Gelecek kimsenin umurunda değil çünkü gelecek kavramı gerçek değil bir boşluk.
“Anladın değil mi?” sorusu en çok sorulan ve çok hızlı cevaplanan sorulardan birisi olmuşsa artık, kimse anlamaya önem vermiyor demektir.
“Anladım anladım, ya sonra?”
Sonrası şimdi yok işte, öncesi senin anlamandı zaten. İnsanlar anlamsız parçalara ayrılıyor, kendilerini toplamak için nevrozlar ve tedaviler icat ediyorlar, kendi parçalarını bir araya zar zor getirebildiklerinde ise ortaya çıkan şeye bencilce hemen: bu benim, diyorlar, oysa biraz dikkat etseler: O ben, daha önce kendileri tarafından kırılmıştı.
Bu boşluk tablosundan nasıl çıkabiliriz, anlam arayışımız nasıl sürecek?
Affetmeyen Varan 10: Sanatın her zaman estetik olmadığını kabul ederek, sanatın sorgulanmaz bir şey olmadığını kabul ederek, sanatın sürekli değeri yükselip düşen bir şey olduğunu görüp onun ne kadar da değersizleşebileceğini fark ederek, sanat borsalarında değerleri hızla yükselen tablolar ile ekranlara yazan rakamların birer yapay gerçeklik olduğunu sezerek, teknolojinin bizi boşluk olarak parçalayıp dondurarak bir arada tuttuğunu fark ederek…
Ticari nesnelerin içinde boşluksuzlaşmış boşluk var… Biz farkında olmadan bizi doldurup soluksuz bırakan; kendini bizden üstün olarak gösteren bir konserveyi açtığımızda, bir sanat eserinize baktığımızda biraz bekleyelim: boşluğu biraz kendine gelsin ki “bomboş olan oymuş” diyebilelim.
ALTINCI KİTAP
(Altıncı kitaba da gelmişiz, işe bak sen..)
SANAT NESNELERİ VE ÖZNE NESNELERİ
Affetmeyen anahtar sözcükler: Nesnenin boşluksuzlaşmış ticari meta boşlukları, üretilmiş tek bir kopya:dünya
Affetmeyen Varan 1: Öznenin boşlukları çoktan beri nesnenin “boşluksuzlaşmış ticari meta boşlukları” tarafından dolduruldu, nesneler artık öznel görünebiliyor çünkü öznenin ne olduğunu belirleyecek öznenin, nesneler dünyasında yeri boşluktan ibaret, nesneler insanlardan daha hızlı bir seri üretim içerisinde, insanlar geride kalmamak için çabaladıkça artan nüfus daha fazla nesne üretimine neden oluyor ve sayıları artan nesneler insanlarda bir korkuya yol açıyor: bizden fazlalar; ya kontrol ederlerse, ya aslında onlar da başka bir nesne tarafından kontrol ediliyorsa, paranoyaklık; nesnelerin üretim hızını yakalayamayan insanlar tarafından-aracılığıyla ortak bir yaşam alanı kurmaya başlıyor…
Affetmeyen Varan 2: Dünya üretilmiş tek bir kopyadan ibaret, her beden bir kopyasını alıp kendini doldurmaya çalışıyor, bir ağaç ile su şişesi aynı gerçekliğin yansımasını paylaşmaya başlıyor, ağaç ve su şişesi de aynı şey: bir nesneden ibaret, hatta su şişesi ağaçtan daha gerçek olmalı, bir ağacın yanına getirildiğinde ağacı yüzeyinde yansıtabiliyor, üretilen metalar doğayı yansıttıkça doğa bir yansımadan ibaret olmaya başlıyor: demek ki doğa gerçek değil, diye düşünülüyor, fütüristlerin makineleşmeyi yüceltmesine artık gerek yok, makineler kendi kendilerini yüceltmeyi nesnel bir biçimde öznel insandan daha iyi beceriyor, nesneler: ben “yapayım”, işlevselim, anlamsızım ama kendimi senden daha iyi sergileyebiliyorum, diyor, artık reklamdaki bir konserve kutusu daha öznel, daha sanatsal, daha ironik, daha imgesel, daha işlevsel gelebiliyor.
Bir bamya konservesi kutusu nesne olarak kendini özneye gizlemiyor, ben; reklamı yapılmış bir sensin, diyor üzerindeki marka, ben senin boşluğunu kapatan bir: “içindekilerim”, diyor içindekilerin listesi, nesneler öznelliği konserveleştiriyor.
Affetmeyen Varan 3: Dünya icat edilmiş gibi görünüyor, nesneler ve metalar sürekli yeniden icat ediliyor ve bize metaların dünyasında yaşadığımızı söylüyor, kaçıncı kopya dünyayı yaşadığımız belli değil çünkü bize sürekli başka bir dünyada yaşadığımız söyleniyor.
Tek bir göstergeler evreninde yaşamıyoruz, hem nesnelerin hem de metaların göstergeler evreni var ve her evren bir diğerinin başkası oluyor, ondan ona geçerken hiçbir fark bulamıyoruz ama bize yer değiştirdiğimiz söyleniyor, ticari malların sayısı ticari olmayan şeylerin sayısından fazla olduğunda dünya sadece bir ticarethane değil hiç kapanmayacak koskocaman bir açıklık: öznenin olmadığı bir boşluktur: herkes nesnesi kadar olsun.
Affetmeyen Varan 4: Hayal dünyasında sürekli nesneler var: arabalar, paralar; nesnesiz kurulan hayaller akla hayale sığmıyor, hayal kurmak kültür endüstrisine bırakılıyor, insanlar hayal kurmak için hayalini kurduğu parayı ödemek zorunda kalıyor.
Sürekli anlam aranıyor çünkü nesneler sürekli kendilerine bir anlam verilmesini istiyor, bir tost makinesine bir anlam verilmeli çünkü kendisini sürekli reklamlarla dayatıyor, bir ampul kendisine sürekli anlam verilmesini istiyor, ne kadar yanıyor, ne kadar zaman da sönüyor, onu almak anlamlı mı, her nesne anlamın değil anlam verilmesinin peşinde, o yüzden yaşamın anlamını aradıklarını söyleyenler aslında anlamsız kaldıkları için çevrelerini saran nesnelere yeterince anlam verecek anlamların peşindeler, buldukları anlamların yeterince anlamlı olmasına gerek yok, yeter ki nesnelere verecek bir anlamları olabilsin…
Artık nesneler insanı temsil ediyor; arabanız, banka hesabınız, aldığınız kararların ise pek bir önemi yok çünkü sizi biçimlendiren şeyler az önce sizi satın alan nesneler, nesnelere sahip olamaz; onları sadece satın alabilirsiniz çünkü nesneler sizden güçlü, devasa fabrikalar sizi satın alırken sizi öznesizliğin sahipleri yapıyor, o yüzden sahip olma hırsı sürekli artıyor…
Affetmeyen Varan 5: Yapay nesnelerin kökenini aradığınızda kendinizi bir üretim bandında buluyorsunuz, nesneler sürekli elinizden kurtuluyor çünkü belirgin bir biçimleri yok, böylece onlara estetik bir görünüm kazandırmaya çalışarak kaybettiğiniz öznelliğinizi yeniden kurmaya çalışıyorsunuz, dünyayı tanımlayamayan nesnelerin egemenliği altına girmeye başlıyorsunuz, sürekli karakter değiştirmek zorunda kalıyorsunuz çünkü bu: size sahip olan nesnelerin kökensiz doğasında var.
Affetmeyen Varan 6: Bir ekrana bakıyor ve içinde birisi var mı yok mu, emin olamıyorsunuz, nesneleştikçe var gibi görünüyor, nesneleşmeyi bıraktıkça nesneler sizi yok edecek gibi görünüyor, yapay nesnenin tutsaklığında kurtulamıyorsunuz, fişi çekersen giderim, diyorlar ama fişi çekmek yerine kapatarak onlarla olan nesnelliğinizi paranteze (Husserlci parantez) alıyorsunuz, nesneler kurtarıcı gibi görünmeye başlıyor, bunun nedeni de öznenin karşısında her zaman bir nesne bulmasında gizli, başkası diyebileceğimiz ilk şey nesneler; sonrasında ise insanlar, bu elbette yapay bir öznellik veriyor, sonra yapaylığı nesnelerin yapaylığı olmaya başlıyor.
Nesne öznelliği sanat öznelliğinin yerini alıyor: yapay nesneler estetik bir öznellik kazanıyor ama dünyada kalan tek özne: nesnenin kendisi. Onun kim olduğunu sormayın, bir su şişesi ya da araba karbüratörü olması pekala mümkün.
O halde:
VARAN 1: Bir kimse asla kendini ‘sanatçı’ olarak niteleyemez, nitelememeli, ‘sanatçı’ bir nitelik değil, her kimliği kapsayan nicelikli bir hiç kimseliktir.
VARAN 2: Resim yapıyor olmanız ‘sanatçı’ olduğunuz anlamına gelmez; sadece resim yapıyor olduğunuz anlamına gelir.
VARAN 3: Artan nüfus nedeniyle her gün yeni bir ‘sanatçı’nın türemesi normal; ama hepsinin bu kadar ‘sığ’ olması normal değil.
DÜNYA KAÇ BÖLÜM, NE KADAR ZAMANDA BİTER?
GÜNCELLENİYOR…