Elif Çağlar ile Yeni Müzik Biçimleri Felsefesi ve Kökleri Kitabı Kapsamında: Klasik Jazz, Jazz Vokali Olgusu ve Modern Jazz Ekseninde Bir Röportaj

(Yeni Müzik Biçimleri Felsefesi ve Kökleri | Fenomenolojik Bir Müzik Varlığı Araştırması kitabı kapsamında)

http://affetmeyensanat.com/

www.librimondadori.it

ELİF ÇAĞLAR ROMAN-RÖPORTAJ

(Bu röportajın ses kaydı, Pierre Bourdieu’nun sosyoloji kuramı ve bu kuramın sosyolojik mülakat yöntemleri ekseninde “deşifre edilmiş olup”; bilinci, bilinçaltını ve algının fenomenolojisini “olduğu gibi” sergileyebilmek amacıyla gerçeğe tamamen sadık kalınmıştır.)

1.Jazz olgusunu blues köklerinden yola çıkarak bir yolculuğa benzetmiş olsak, aklınıza ilk gelecek altı jazz durağı ne olurdu, kendinizi bu duraklardan hangisine yakın hissediyorsunuz, jazz’ın ne yöne doğru evrildiğini düşünüyorsunuz?

ELİF ÇAĞLAR SORUYU NASIL DİNLEDİ: Sol eli sağ elinin avuç içinde, bir an gülümseyip bir an ciddileşerek sol karşı çaprazdaki bir noktaya baktı, sırtını bir şey bekliyormuşçasına dikleştirdi, az önceki görünmeyen nokta birden tavana gitmiş olacak ki iki defa gözlerini tavana doğru çevirdi, belli ki zihninden birçok müzik türü geçiyor şu an, o türlerin ruh hallerini belli belirsiz olsa da yaşıyor ama kendini hemen ona kaptırmak da istemiyor, çok fazla seçenek ile karşılaşacağı izlenimini veren bir arayış halinde soruyu dinlediğini söylemek mümkün sanki.

Elif Çağlar: Swing elbette, blues, bebop ve modern jazz, free jazzı da buna dahil etmeli, bu cevap bir nevi jazzın temel duraklarını sıralamak gibi oldu aslında ama bunlar temel tarzlar ve bence o tarzı zaten hakkıyla yapabilen ve jazzı bir yere götürmekse hala bunu götürebilen çok az insan var dünyada, [[ ellerini sağ dizi üzerinde kavuşturup kısa bir an düşünüyor, sağ çaprazında; hemen karşıdaki görünmeyen bir noktaya bakıyor, o halde ne diyebiliriz: bir şeyi sayıyor sanırım, belli ki bir şeylerin sınırlarını gördü ]], yani çok az…

Jazzın hangi yöne doğru evrildiğini düşünüyorsun? Günümüzde popüler şarkıların içerisine de dahil edilen-dilmeye çalışılan bir takım “jazz partisyonları” söz konusu…

Elif Çağlar: Başka tarzların içerisine jazz elementleri katarak yapılan şarkılar var, bunlar devam ediyor, geleneksel jazz da hala devam ediyor, popüler şarkılar içerisinde jazz’a rastlanıyor evet ama bence o biraz daha kafa karışıklığına neden oluyor, yani şeyy  [[ bir süre tavana bakıyor, ardından birden gözlerini yere indiriyor, sanki aynı anda iki şeyi hatırlamaya çalışıyormuşçasına yerdeki kahverengi karolara doğru bakıyor, sol dirseğini bar masasının kenarına yasladı, bir bağ kurmaya çalışıyormuşçasına iki elinin parmak uçları birbirine dokunuyor,  nasıl analiz etmeli: bir kanmazlık hissi sanırım, müzik tarihinin net olarak tanımladığı, sınırlarını çizdiği ve bitirdiği bir şeyin öyle olup olmadığından emin olamama da denebilir, belki de net olan bir yargıyı bir an sorgulamak istedi, buradan şunu da çıkarmak mümkün: karakteri sürekli sorgulamaya açık; bu sorgulama bir takım deneysellikleri barındırsa da sorgulamadan kaçan birisi gibi görünmüyor Elif Çağlar, devam edelim onu dinlemeye, ne diyorduk: o tartışmalar ]] bu tür tartışmalar var evet, Miles Davis’in Kind of Blue albümünden itibaren o dönem artık bitti diyenler de var. bugün yapılan şeyler çok farklı tabii. Ama şöyle bakarsak bebop döneminde, swingden gelen müzisyenlerin bu ne biçim jazz dedikleri görülüyor, jazzı öldürüyorsunuz gibi tepkiler söz konusu, yani hep değişken durumlar, ama burasını toparlamalıyız, kayıtta mı şu an?

Evet, kayıttayız şu an…

Elif Çağlar: Belki de şundan… Bunu toparlama açısından metni daha sonra göndereceksiniz değil mi?

Evet, göndereceğiz…

Elif Çağlar: Çok şu an karışık konuşuyorum, daha sonra net cevaplar vereyim…

Bu durum, şundan kaynaklanıyor olabilir mi, jazz; daha genelinde de sanat açık bir kavram ve müzisyenler bunu sürekli kapatıyorlar ve  bu kavram üzerinden jazzı yargılıyorlar…

ARA SORUYU NASIL DİNLEDİ: Sol eli sağ avuç içinde, gözleri düşünceli, sol karşı çaprazda görünmeyen bir noktaya baktı, gözlerini iki defa yuvasında döndürdü, başı ile üç-dört defa sanki aynı anda hem onaylıyor hem de bir şey hatırlıyormuşçasına dikkatle ve sessizce onayladı.

Elif Çağlar: Tabii o dönem öyle, nasıl bugün bir klasik müzik konserine, Bach konserine gittiğinizde de o dönemi yaşıyorsunuz, o nostaljiyi, nostalji demeyelim buna, bir geleneği, bir okulu diyelim, yaşatmaya çalışıyorlar, bu çok kıymetli bir görev, bu o müziğin hala devam etmesi için yapılan bir savaş diye görüyorum, bir mücadele, ama hala jazz standartları devam ediyor, çünkü sen her ne kadar modern çaldığını düşünsen de, misal, bebop gibi çalıyor ve aslında birkaç şeyi modernleştirerek yine onu yapmış oluyorsun, o şeyin üzerine bir şey koymuş oluyorsun, bilmiyorum ne kadar ileriye gider, bence ileriye gitme durumu da o kadar iyi bir şey değil, değiştiği söylenebilir…

 “Jazz, blues aynı şey değil mi? Bambaşka biçimde evrilen müzikler aslında…”

O halde her koşulda var olacağı söylenebilir…

Elif Çağlar: Tabii, blues’dan girmiştik köken olarak, bu jazz blues’tan doğmuştur vesaire, o konular da biraz karışık aslında, bana soran oluyor, yani o sonuçta jazz, blues aynı şey değil mi, kökenleri aynı değil mi diyorlar, e ama aynı yerden olsa bile bambaşka biçimde evrilen müzikler aslında, tabii ki birbirlerinin içinde yaşıyorlar, birbirlerini ileri taşıdılar, bunlar siyah Amerikan, Afro Amerikan ırkının hayata geçirdiği müzikler, ama artık günümüzdeki halleriyle başka şeyler çağrıştırıyorlar… [[Sol dirseği üzerine yaslandı, sol bileği ahşap masanın kenarında, sol elinin parmak uçları ise bir şey ararcasına, kararsızca açılmış sağ elinin avuç içine dokunuyor, bir süre düşünüyor, elleri çözülüyor, sol elinin ilk üç parmağı ile sağ elinin baş parmağını tutup gülümsüyor, birden bir şey söyleyecekmişçesine sol elini havaya kaldırıyor, sonra ellerini kenetledi, ardından sağ eli ile sol elinin kenarını tutuyor geçici bir kararsızlık ardından sakin bir mutluluk yüzünü kaplıyor, gülümsedikçe dişlerinin de gülümsediğini düşündürüyor ]]

Daha sonra röportajın redaksiyonunu size gönderebilirim, dilerseniz yazılı olarak da eklemeler yapabilirsiniz…

Elif Çağlar: Tabii ki…

(Buraya “internet baskısı” için swing dönemini anlatan bir belgesel videosu eklenecek.)

2.Jazz kompozisyonu ve eğitimi ile klasik müzik kompozisyonu ve eğitimi arasında belirgin benzerlikler ve farklılıklar sizce neler? Doğaçlama müzik kompozisyonu ve eğitimi diye bir olgu ve kavram ortaya atsak sizce bu kavramın içerisinde müzikal açıdan hangi kavramlar ve olgular yer almalı?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Hafifçe öne doğru yaslandı, gayet rahat görünüyor yine de, sol bacağını sağ bacağı üzerine atmış, sağ eli ile sol elinin kenarını tutuyor sanki birazdan elini bir enstrümanmışçasına kullanacakmışçasına, omuz hizasında; sol karşı çaprazda görünmeyen bir noktaya baktı, iki defa başını salladı, dinlerken pek gözlerini kırpmadığını fark ediyorum Elif Çağlar’ın, adeta hiçbir şeyi kaçırmamaya çalışıyor, gözleri iri iri açıldı, yutkunuyor, başını öyle hafif sallıyor ki gören başını sallamadığını hafif bir deniz esintisinin onu ve kıvırcık saçlarını hafiften hareketlendirdiğini düşünebilir, dinlerken hiç kıpırdamadı, soru biter bitmez birden başını sol arka tarafa doğru kaldırdı, sağ elini bu defa sol avuç içine aldı, dediğimiz gibi sol eli bir entruman görevi görmeye başladı sanki şu an, elleri havada buluşuyor, kenetleniyor, koyu sarı havayı tartıyor, bir kısmını avuç içlerine alıyor, havayı çalıyor, duyulmayan sesleri duyar gibi yapıyor, ardından sol dizi üzerinde bir an kenetleniyor ve söze başlıyor.

Elif Çağlar: Önce ilkini yapalım, sonra ikinci kısmına bakabiliriz, klasik müzik. ben klasik müzik kompozisyonu okumadım, tam olarak, kalıp olarak derslerde ne yapıyorlar bilmiyorum, eğitimi hakkında konuşamam ama okuyan başka müzisyen arkadaşlarla konuştuğum için biliyorum ki sonuçta armoni aslında kökünde aynı şey, ne oluyor, sonuçta jazz o belirli bazı kuralları esnetiyor, bazı işte akorları, armonisini yazarken düşündüğünüz farklı yönelişler var, yeni seçenekler var. Ama daha net yanlışlar ve doğrular var klasik müzikte, tabii günümüzde daha minimal, bambaşka bir jazz armonisi algısı oluştu, değişti değişti gelişti… [[ Sol eli sağ elinin avuç içinde, soldaki iki aynadan sağdakinin sağ alt köşesinde bir noktaya bakıyor, acaba ayna ona neyi hatırlattı, birden elleri çözülüyor, sol elini bir şeyi sunar gibi ileriye uzatırken sağ eli ile de onu desteklercesine dua edecek gibi hafifçe açıyor, bir süre düşünüyor, etrafına bakıyor…]]

Burada jazz armonisi kurallarının değişmesi de düşündürücü bir durum…

Elif Çağlar: E tabii yani, değişim derken, bir şey oldu da sonra onu kabul etmediler gibi değil, üstüne başka şeylerin eklenmesi, en basit örnekle şimdi, bir majör akor değil de farklı bir akor, yedili,  basılıyordu ve bir jazz armonisi gibi geliyordu ama bu pop müzikte de artık çok kullanıldığı için o jazz armonisi değil, hatta yediliyi geçin armonideki başka sesler de, bu çok modern, jazz armonisi gibi tınlıyor deniyordu, ama artık o armonide çoktan bitirilmiş şeyler gibi tınlıyor, o açıdan dediğim gibi birinin kurduğu bir şey var, diğeri de onun üstüne hayır bunları böyle böyle yapıp nasıl zenginleştirebilirim diye düşünüyor, bambaşka yerlere götürüyorum diyor, armoniyi baştan yazıyorum demiyor, ağaç gibi dallar ayrı yere gidiyor yani, ama bambaşka yere de gidiyor gibi görünebiliyor, kuralları böyle yıkabiliriz de diyorlar, tek seçeneğimiz bunlar değil, başka yerlere de gidebiliriz, bunlar bunları da yapabiliriz… bazı eklemeler işin kirli hali klasik için, oysa bu hale getirmekte bir sıkıntı yok, bu başka bir şey artık, ikisi de kendilerine göre çok farklı ve faydalı şeyler, [[gülüyor, sağ bacağını sallıyor, sol elinin baş ve işaret parmağı ile sağ elinin avuç içini tutmaya çalışıyor, sanki o an dünyada her şey sessizleşse yüzündeki ve korku vermeye başlasa, yüzündeki gülümseme sanki hiç kaybolmayacak gibi görünüyor, o kadar zarif bir gülümseme bu, kırılgan gibi görünse de kırması pek kolay olmayan bir gülümsemesi var]] o yüzden iki farklı muhteşem müzik tarzı sonuçta.

Doğaçlama müzik kompozisyonu ve eğitimi diye bir olgu ve kavram ortaya atsak sizce bu kavramın içerisinde müzikal açıdan hangi kavramlar ve olgular yer almalı?

Elif Çağlar: Doğaçlama müzik kompozisyonu, [[sağdaki pencerelere bakarak bir süre düşünüyor, dudaklarının sağ kenarı bir an büzülüyor, şaşkınlıkla karışık tuhaf bir beklenti ile bakıyor]] evet, var, aslında yine doğaçlama, kendi içinde biraz cevabını veren benim anladığım şekliyle yani, doğaçlama kavramı, sesler, sound, karışımı, çok önemli…

“Ama belki de free jazz çalıyoruz; orada başka tür bir doğaçlama yapıyoruzdur ve her birimiz ayrı telden ama uyumlu çalıyoruzdur…”

Uyumlu olmalı, mı demeliyiz doğaçlama müzik için?

Elif Çağlar: Doğaçlama müzik… yani onun da o kadar çok biliyorsun çeşitleri var ki, mesela bir temanın üzerine biz doğaçlama yapıyoruz, belki bir soundu, bir tarzı vardır, ama biz yine onu bir tema ile sınırlarız, öyle gidiyor… Ama belki de free jazz çalıyoruz; orada başka tür bir doğaçlama yapıyoruzdur ve her birimiz ayrı telden ama uyumlu çalıyoruzdur, bu algısına da bağlı biraz dinleyicinin, kimi için o çok uyumlu duyuluyordur, kimi için ne yapıyor bu adamlar, diyebilirsiniz, [[sol elini bir şeyi tartar gibi havaya kaldırıyor, sonra ellerini; sanki bir uzay mekiğini gösteriyormuşçasına havada yarım daire çizer biçimde çeviriyor]]  göreceli bence bu biraz…

Evet, görecelilik kilit kavramımız o zaman, kilit önem taşıyor…

Elif Çağlar: Evet, görecelilik,

O anki ortama ve kişilerin karakter özelliklerine ve ruh hallerine göre değişebiliyor…

Elif Çağlar: Benim şahsi şeyim, ne bileyim, bazı öyle free jazz doğaçlamaları oluyor ki, o belki şeye de [[gözlerini kısarak bir süre düşünüyor, sol elinin işaret ve orta parmağını birleştirmiş, avuç içi tavana bakar halde neden olmasın dercesine elini öne doğru uzatıyor]] iyi günündeyse iyi oluyor, kötü günündeyse kötü çalıyor belki bilmiyorum, ama günündeyse ya birbirinden ne kadar alakasızlar ama müthiş bir bağlantı içerisindeler diyorsun, sonra aşka bir grubu dinliyorsun, yok yani, herkes ayrı bir yerde, hani o konseptin içinde ayrı oldukları için değil, birbirleri ile olan iletişimleri sonucu o his oluştuğu için, gibi…

O, işte burada özgür doğaçlanan uyumlu bir şey var algısını oluşturan şey ne oluyor sence?

Elif Çağlar: İşte o şey, [[Bir süre kararsız kalıyor, tavanın sağ üst tarafına gayet net  ve kendinden emin görünen bakışlarla bir süre bakıyor, sanki az sonra başını uzun uzun iki yana sallayacak olmanın provasını yapıyor, düşündüğü şey net gibi görünüyor]]

Ritim mi, tını mı?

Elif Çağlar: Yok bence o… [[Başını uzun uzun iki yana sallıyor, sanki az sonra tüm konuşmayı devralacakmışçasına sol eli gerildi, tüm parmakları iyice açıldı ve eli havada yarım daireler çizmeye başladı]]

Bir kavram mı?

Elif Çağlar: Benim anlatmak istediğim şeyin tek bir kavramı yok aslında, o sizi, dinlediğinizde, evet ya, şuraya gider işte o [[önce sol göğsünü gösteriyor, parmak uçları kenetleniyor, sonra kalbini gösteriyor, ardından kendin dinlemek istermişçesine sol eli kendini masanın kenarına bırakırken sağ eli görevi devralıyor]], başka bir şey, isimlendiremediğim bir şey, o duygu sizde uyanıyorsa, kendi adıma ben o zaman olmuş bu derim, güzel ya da bana uymadı derim…

Bu durum biraz da şuna benziyor sanki, Sartre bilinci yönelimsellik içerisinde algılıyor, bilinç bir alan yöneldiği zaman ancak o ortamın şartları içerisinde kendini var edebiliyor ve bütün varlığı o yönelimsellik oluyor, belki de müzik böyle farklı bir bilinç yönelimselliği oluşturuyor,

Elif Çağlar: Yani tabii orada direkt müziğin ne anlattığı neyi uyandırdığı önemli oluyor, onunla ilgili bir şey belki biraz da,  [[önce bir an sen var ya sen dercesine bakıyor, bakışları gülümsemeye çevriliyor, yine de karşıdakini ilk defa görmüşçesine bir an bakmadan edemiyor, cevabı sen devam ettir dercesine, biz de gülümseyerek ona bakıyoruz, o da bakıyor, biz de bakıyoruz, o da yine bakıyor, biz de bakıyoruz en sonunda: cevabı gayet iyi biçimde sen veriyorsun dercesine]]

Bu cevap ile bağlantılı bir soruya gelmişiz şu an, üçüncü sorumuz şöyle:

3.Özgür doğaçlama olgusunu sınırlayan şeyler sizce neler, bütünüyle özgür bir doğaçlamadan bahsedebilir miyiz, yoksa özgür doğaçlama sınırları gösterme üzerine mi kurulu?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Önceki cevaptan kalan gülümsemesi hala yüzünde asılı, hafifçe öne doğru eğiliyor, iki elinin parmak uçları birbirine dokunuyor, sol bileği masanın hemen kenarında, bir şeyi dinlerken sanki çok hızlı biçimde dikkatini dağıtması muhtemel her türlü şeyden: etraftaki sesler, ışık, rüzgar, pencerenin dışındaki gökten geçen kış kuşları, hışırtılar, kendini yalıtabiliyor, onu salt gürültünün olduğu kapalı bir odaya bıraksanız yine de kalp atışlarını duyup dinleyerek sakince mutlu olabilecek.

“O zaman özgürlük nedir, neye göre belirlenir, neyin içinde özgürlük, dört kişi bir araya gelip bir şey yapmak için toparlandığımızda ne kadar özgürlük…”

Elif Çağlar: Belki yani yine kişisel, buna sınırları göstermek üzerine kurulu diyecek müzisyen de tanıyorum, sınır yok, hiçbir sınır yok zaten diyecek de, biraz galiba şeyleri sorgulamak lazım, sınırlar, sınır nedir insan için, ne sana göre, neye sınır dersin, bir şeyi tanımlarken, neye demezsin, özgürlük konusunda, özgür olmak durumundasın tabii normalde, yine şeye geliyoruz işte, o zaman özgürlük nedir, neye göre belirlenir, neyin içinde özgürlük, dört kişi bir araya gelip bir şey yapmak için toparlandığımızda ne kadar özgürlük, neyden bahsediyor buradaki özgürlük kavramı, [[elleri ile başının hemen üzerinde “tırnak içinde” işareti yapıyor, sonra şaşkınlıkla ellerini iki yana açıyor, ardından yirmi saniye boyunca elleri havada desenler çiziyor sanki özgürlüğü ancak bir türlü yerinde duramayan elleri ile anlatabiliyormuşçasına]], biraz ondan bahsetmeliyiz, diyelim ki dört adam toplanıyor ve özgür jazz yapıyoruz falan, oradaki şeyler değişiyor…

Özgürlüğün en saf tanımı herhalde her istediğini yapmak oluyor ama orada da her istediğini çalabilmek mümkün görünmüyor…

Elif Çağlar: Çünkü orada bir şey var, bir iletişim, oradan aldığın bir şey var ve sen ona bir cevap veriyorsun aslında, iletişim oluyor, öyle bir iletişim içerisinde ne kadar özgür, özgürlükten ne kastettiğin, onu demek istiyorum, o yüzden yani,  eğer biz dört kişi, dördümüz diyelim, bir kuartet için konuşuyorum şu an, özgürlük diyelim, ben o sırada derdimden bahsediyorum, sen bana bilmem neyi gösteriyorsun, o sırada o arabasını anlatıyor, dördümüz aynı anda bu sohbet olmuyor… [[Dikkatle bakarak gülümsüyor, gülümsemesine onay vermeyi bekler gibi görünüyor, omuzları serbestçe iki yana açılmış; dudaklarının arasına sıkışan bir gülümseme ile gülmek ve kahkaha atmak arasında bir ana gezinerek ellerini havada tam daireler çizdiriyor, benim için, dercesine sağ bileğini hafifçe kırıp parmak uçları ile siyah kazağı üzerinden sağ omzuna doğru dokunuyor]]

Aa özgürsün diye o sohbette onu aramıyoruz da benim için o sohbette özgür olduğum his nedir, ben kendimde kendimi sansürlemeden kendi derdimi onlara anlatacağım ve onlar dinleyecek, okey, o sırada o anlatmıyor dinliyor, dinlemek, kendini anlatma özgürlüğünü kısıtlıyor belki ama [[ellerini iki yana doğru açıyor, parmakları koyu sarı ışık altında bir an titreyip gerilir gibi oluyor, sonra ileriye uzanıp serbestleşiyor]] yer açıyoruz, ben de sonra onu dinliyorum, ona aynı yeri açıyorum, [[ellerini az önce açtığı boşluğun etrafında gezdiriyor, sağ eli sanki demirden bir zeplinmişçesine havada gezinip bir an da yere düşer gibi oluyor]] bu şekilde bir iletişim ve bunu görmek aslında, o bahsettiğim, onu gördüğüm zaman diyorsunuz bir sohbet var bir iletişim var, bir müzik yapılıyor [[muzipçe bakıyor, yutkunuyor, buna müzik dersin değil mi, diye sormak istiyor sanki, onay beklercesine öne doğru eğiliyor, gözleri iyice kısılıyor ve uzun uzun gülümseyerek bakıyor, sol eli sağ yana ağzı bakan bir U harfini masanın hemen kenarında çizerken sağ eli daha yukarıda: havada, ağzı havaya bakan bir U harfi çiziyor]], yoksa eğer o şey, dediğim gibi orada özgürlük başka bir şey, onun dediğine göre ben de bir şey demeliyim, ve ona oraya göre o sohbeti yönlendirmeliyim, sonra doğru yerde ben de kendim ne demek istiyorsam onu söylemeliyim, ama sansür koymadan…

Geçen hafta Luis Bunuel’in bir filminde karşımıza çıkmıştı, özgürlüğün farklı bir açıdan nasıl yorumlanabileceğine de bir örnek belki, bir gurup polise karşı yürüyor ve biz özgür olmak istemiyoruz, diyor, bize izin verin…

Elif Çağlar: Aynen, bu da bir özgürlük aslında, özgür neye göre, sürekli şartlanıyoruz, sen neyin özgürlüğünü düşünüyorsun bilmiyorum senin için, belki sen de benim özgürlük kavramımı tam bilemezsin, [[ellerini pankart tutar gibi havaya kaldırıyor, dikkatle gözlerimin içine bakıyor, sağ bileği sol dizi üzerine kenetli, sol eli havada bulutlar, yapraklar, belki de ses dalgaları çiziyor]] ama hepimiz özgürlük istiyoruz bir yandan, orada yine şey kavramı geliyor hani, en basit haliyle ne istersek yapabilmek, düşündüklerimiz sansürlemeden ifade edebilmek, yaşama hakkı falan gibi, [[gülüyor, sanki görünmeyen bir kayıkta ve elleri kulaç atarcasına önce havada geziniyor, sonra da kürek çekercesine taburenin iki yanında bir süre salınıyor]] ama öyle mi yaşıyoruz acaba onu da bilmiyorum…

Buradan şu biçimde çıkabilir miyiz, özgür doğaçlama kavramı asında kendi özdeşi olan bir kavramı da içinde barındırıyor, özgür doğaçlama derken tıpkı ayın görünmeyen yüzü gibi onun da görünmeyen bir yüzü var ve o da özgür dinleme, sanki ikisi bir arada olursa kavram anlam kazanır ve özgür doğaçlama yapılabilir jazzda denilebilir mi?

Elif Çağlar: Şimdi ben önce şöyle bir açıklama getirmek isterim aslında, sen her özgür doğaçlama dediğinde, benim aklımda, özgür jazz müziğinin içindeki özgür doğaçlamalar, geliyor ama sen mesela orada bir jazz konserinin içinde çalınan bir parçanın içinde atılan sololar ve o anlamıyla jazzdan bahsediyorsan ve ona göre yanıtlamam gerekirse eğer o zaman tabii ki o anda seni bağlayan bir sürü şey var, özgür değil bir kere o ritmik yapıyı, o armoniyi onlara uymak zorundasın, şey olarak değil, jazz da ne oluyor o rahat mesela, aa o armonide o sesi bastın yanlış, bizde öyle bir şey yok, o sesi nasıl bastığını da gösterebiliyorsan bana o konseptin içinde, [[sağ elinin işaret parmağı ile havada U işareti yapıyor, eli sağ bacağı üzerine düşerken sol eli de tetikte, sanki birazdan o da bir işaret yapacakmışçasına diğer elini kolluyor, bacak bacak üstüne atmayı bıraktı, dizlerini sakince öne uzatmış halde tavanda bir noktaya bakıyor]], işte o zaman, [[ellerini ödül kazanmışçasına sıkıp havaya kaldırıyor, önce sol eli beş rakamını işaret eder gibi havada dururken sağ elinin baş parmağı ile okey işareti yapıyor, sonra bu eksik gelmiş olacak ki, yine okey dercesine iki elinin baş parmaklarını gösteriyor]], ama tabiii orada da yüzde yüz değil, siz bu şarkıyı devam edin, ben kafama göre solo çalıcam olmuyor, orada bir müzik var işte, ona göre çalıyorsun, herkes ayrı telde, serbest doğaçlama aslında benim, özgür jazz deyince benim aklıma hep o geliyor, serbest doğaçlama yaparsak belki işte yüzde yüz özgürlük var, herkes kendi geçirdiği şeyi içeriye yansıtır ama dediğim gibi bizi jazz konserine gittiğiniz zaman yüzde doksan, orada genelde bir konserlerde dinlediğimiz grupta bir armoni oluyor, arkada söylüyor üstüne solo atıyor, kendi orada ne demek isterse ne anlatmak isterse onu söylemekte özgür ama [[işte burada dercesine bakıyor, ellerini iki yana açıp görünmez bir duvarı işaret diyor; sanki bir özgürlük duvarından bahsediyormuşçasına, ardından aynı duvarın hala orada durduğunu vurgulamak için ellerini birbirine yaklaştırıp daha dar açıdan duvarı tekrar gösteriyor ve gülümseyerek bakıyor]] bu yapının üzerine yapmak zorundasın, ondan bahsetmeye çalışıyorum bu da özgürlük ama neye göre özgürlük, neyin özgürlüğü…

Var olan şeyi ne kadar özgürleştirebiliyoruz…

Elif Çağlar: Hani, dediğim gibi bu işte şey, bu çok kavramsal, ben aslında kavramsal şeyler hakkında konuşmuyorum artık, çok açık, o kadar yani,  [[bu an kritik çünkü vücudu konum değiştirir gibi oluyor: sakin bir biçimde bacak bacak üstüne atıyor, sol bacağını sallarken sol dirseği ile masanın kenarına yaslanıyor, sol karşı tarafına doğru bir an dikkatle bakıyor]] farklı müzisyenlerle farklı şeyler hakkında konuşuyoruz ki, eyvallah o öyle algılıyor, eyvallah o öyle algılıyor, ben galiba şey gibiyim, bunları düşündüğüm zaman, hayatın öyle bir dönemindeyim, düşünmüyorum, umurumda değil, neyse ne…

Burada şunu hatırlıyorum, ilerideki sorularımızdan birisi bloğunda yazdığın bir metin ile ilgili, plansız yaşamakla ilgili…

Elif Çağlar: Aaa öyle mi?

Birazdan o soruya da geleceğiz, dilersen diğer soruya geçebiliriz…

Elif Çağlar: Tabii ki…

 

Elif Çağlar, Plate.

Şarkının Fenomenolojik bir analizi, eleştirisi ve izlenimler:

Plate’in daha ilk notalarda çocuk olduğunu bilmeyen hüzünlü bir çocuğun şarkısına adım atıyorum sanki. Daha ilk tema serimini yaptığında kırılan bir şey var. Tüm ton duygumu org veriyor. Sanki orga bu yük verilmemeliydi, ton duygusunu vokalin taşıması daha yerinde olurdu. Dinlemeye devam ediyorum. Şarkıda biraz boşluk olmalı, diye düşünüyorum; o kırılan kalbin yerine koyulabileceği bir boşluk. Buna rağmen org temasının çarpıcı olduğunu söylemeliyim; bir o kadar da hüzünlü elbette. Elif Çağlar yakında kırılacak bir öykü anlatıyor, öyküyü dinliyorum. Aldırış etmeyen birisi var, peki neden? Defalarca kırılan bir kalpten, direten bir yan temadan bahsedildiği (seslenildiği) halde kimsenin duymadığı (duymazdan geldiği) bir olgu söz konusu. Davul sanki daha jazzy çalınabilirmiş gibi geliyor bana. Böyle bir şarkıda saat gibi atan bir ritme gerek var mı? Bu his senkoplar ile de destekleniyor, davul da bir yerde kırılmak zorunda. Kick’in kapı çalarcasını alt yapıyı yokladığı ölçüler bir yükseliş barındırsa da, bu serimin düğümünü yakalamak çok güç oluyor şarkının gelişme bölümünde. Org arpejleri daha “tematik” ilerlese çok daha hoş olabilirdi sanki.

Sondaki “dramatik” yükselmenin daha güçlü olmasını bekledim, alt yapı vokalin öfkesini-hayal kırıklığını-isyanını yeterince taşımıyor gibi bir hisse kapıldım. Ve en sonda yine baştaki filme döndük ama hiçbir şey baştaki gibi değildi. Kendimi Jacques Rivette’nin, Celine and Julie Go Boating filminde gibi hissettim. Tıpkı o filmin başında, “beyaz tavşanı” kovalayan kadın filmin sonunda nasıl değiştiyse; bu şarkıda şarkıya giren (hem de pat diye; hassas bir şeyi kırarcasına) Elif Çağlar, şarkıdan çıkan Elif Çağlar ile aynı değildi sanki. Yine de şunu söylemeliyim: Kırılan bir şey var bu şarkıda. O yüzden bu şarkıyı çok dinledim-dinliyorum.

Plate: Stay in bed all day, try to figure out where you have made the mistake or did you make a mistake? Put a few more of those beer cans and you will have a pretty impressive collection there. You’re throwing words around and you’re breaking my heart. You’re not making an effort and you’re breaking my heart. You tell me it’s allright but you’re breaking my heart. You know my hands are tied and you’re breaking my heart. You’re breaking my heart. Where this emptiness lies now, lied the hands of a child who needed to be held. You said someting and i said something else. Words are trying to figure themselves out. Who put that plate in the sink now? Who put this knife on top of the plate? These are not the hands i once knew. This is not whom i thought was you. This is too much pain for even love to handle. This is a windstorm to blow out a candle. This is too much. It’s killing us. It’s just too much.
Söz&Müzik: Elif Çağlar Muslu

“Plate”in hissettirdikleri: “Ay ışığını bir şişeye doldurmak isterdi; sonra bir tabağa, çimen kokusunu içerken ona hediye olarak verebilmek için, mum, kibrit ve gece ışıkları sararken etrafı; ardından: meşe ağacına yaslanmış bedenini, bakıyordu yaz gecesinin mum kokan iskeleli deniz kıyılarına. Kendinden başka gidecek bir yeri yoktu; gidecek hiçbir yeri, sonra o kadını tanıdı, ikisinin de birbirinden başka gidecek hiçbir yeri olmadı; gidecek hiçbir yeri. Yeterince varlığı olduğunda; insanlar: var mıyım, diye sorarlarmış…Var olanlar bir hiç olduğunu; hiç olanlar var olduğunu sanırmış… Hiçi hiçine bir varlık işte… Etrafta bunca gerçek varken insanlar hala düş kurmaya çalışır. İnsanları bırakalım şimdi, etrafta bunca insan varken senin düşünü kurmak zorunda kalıyorum. Düş kurmayı da bırakalım şimdi, sürekli uyumak varken uyanmak için gerçek görmek zorunda kalıyorum… Kendine yapabileceğin en büyük şaka yaşamaktır çünkü önce kendin gülmek zorunda kalırsın kendine. Bul beni ve şakama kız, o zaman sana yapılan şakanın farkına varırsın… Sonra… Üye olmayan girebilir mi, diye sordum, elbette girebilirsiniz, diye sorar gibi cevapladı, burası dünya; herkese açık bir yer sonuçta. Sonra hatırladım: Hatıraları bir gün boyunca yaşadıklarıydı… Sahi ne istiyordu: Ay ışığını bir şişeye doldurmak isterdi, çimen kokusunu içerken ona hediye olarak verebilmek için…”

 

4.Caz kaydı ile caz performansı kaydı arasında çok belirgin farklar var, sizce bu farkları oluşturan olgular neler?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Sol dirseğini masanın kenarına yaslamış halde duruyor, geniş alnı kıpırtısız, gözleri keskin bakışlarla başımın üzerindeki bir noktaya bakıyor, yan gözle onu süzüyorum, ona baktığımı görünce beni onaylar gibi görünse de ne t bir onay değil bu çünkü sorunun devamını bekliyor, bir bağlam kurmak istiyor, gözleri iyice irileşiyor, iki elinin baş parmakları birleşiyor ve tavanı işaret ediyor, üst dudağını hafifçe ısırıyor, başından çok uzun kıvırcık saçlarıyla onaylar gibi yapıyor, dudaklarının kenarındaki iki çizgi bir an kararsızlaşıyor, üst dudağının arasından beyaz dişleri görünüyor, gözlerindeki düşünceli yapıyı dudaklarına da aktarmak istercesine hafifçe dişlerini sıkıp ellerini bir yere uzanmak istercesine ileriye doğru uzatıyor.

Elif Çağlar: Caz kaydı derken stüdyo kaydından bahsediyoruz değil mi?

Elbette…

Elif Çağlar: Performans kaydı, sen yeni yeni dinliyorsun, farkına varıyorsun o, orada, seyircinin olduğu ortamda işler değişiyor hani kayıt stüdyosuna girdiğin zaman orada zaten prova belli şeyler yapılmıştır, notalar, herkes onu [[ ellerini gitar çalar gibi havada gezdiriyor, sol eli gitarın klavyesinde sanki önce la minör yedili, ardından dokuzlu, on birli, oldu olacak en sonunda da Scriabin akorunu basmaya çalışıyor, sağ eli ise gayet neşeli; sanki gitar değil de ukulele çalıyor]] öyle bir disiplin vardır, sahnede de bir disiplin var ama artık ama artık o kayıtlar gibi değil, başkalarıyla paylaştığın an, yeni bir etkileşim olduğu için, birden bambaşka gerçekler ve çağımızdaki etkiler, o parçanın trafiğini akışını değiştirebilir, başka şeyler, iyi şeyler doğar, sürpriz faktörler oluşur, onlardan çok güzel yeni şeyler çıkabilir, o yüzden bir canlı performansın kaydını da dinlemek tabii ki o ortamda bence çok güzeldir…

Senin önceliğin nasıl olurdu?

[[Bir süre düşünüyor, elleri birbirine kenetleniyor, sanki söyleyecek çok şeyi varmış da nereden başlasa bilemiyormuş gibi bakıyor, sol elinin yüzük parmağındaki görünmeyen bir yüzük ile oynuyor, gözleri yuvasında dönüyor, dudaklarının sağ kenarında bak işte dercesine bir kıvrılma, tavana bakarken gözlerini beyazlığı kar beyazından açık beyazımsı kapalı beyaz parıltıları andırıyor, gözleri önce sola sonra hızla sağa bakıyor, sol bileği sanki Klimt’in bir tablosuna konu olmuşçasına masanın kenarında kırılacak gibi aşağıya doğru çevriliyor]]

Önünde seçmek zorunda olduğun iki aynı albüm kaydı var, ilki kayıt ikincisi canlı performans, hangisini seçerdin?

Elif Çağlar: Valla çok, bu yine dediğim gibi,  büyük ihtimalle bu cevabımı çok eskiden bunun cevabı şeydi: ben performans dinlerim kardeşim, çok net biçimde,  o an sahnede olduğu için her şey. şu an ben kayıtları da çok seviyorum, albüm kaydını çünkü bambaşka bir, [[ellerini havaya kaldırıp iki yana açıyor, sanki alçak tavanlı bir odaya giriyormuş gibi başını öne eğiyor, çenesini göğsüne çekip gözlerini hafiften kısarak aşağıdan yukarıya doğru bakıyor, yönünü bulmak istermişçesine ellerini öne doğru uzatıyor, acaba şu an nerede]] kimse olmadan, dört müzisyenin oraya girip parçalara bakıp öyle bir ortamda kaydetmesi ile bambaşka bir şeyin ortaya çıktığını düşünüyorum, onun tadı ayrı, o yüzden ben hiç ikisini, eskiden çok nettim, [[kollarını iyice iki yana açıyor, başını ben anlamam dercesine iki yana sallıyor, sanki kendisi ile yüzleşir gibi gözleri bir an kararsızlaşıyor, dişlerinin arasında sakız varmışçasına gülümsüyor]] aa kardeşim jazz müzik canlı dinlenir, şu an öyle şey olduğunu, biraz şey düşünüyorum, özgür bir şey düşünüyormuşken [[iki ile havayı keser, bir kare çizer gibi bir hareket yapıyor, ardından bu karenin içini keser gibi sağ eliyle ikinci bir kesme işareti daha yapıyor]] aslında öyle olmadığını düşünüyorum, biraz öyle gibi geliyor, canlı müzik bambaşka tabii, en sevdiğim şey, performans, bambaşka, yeni yerlere götürüyor şarkını, iyi ki canlı müzik var, canlı müziği olmasa onun o albümün nasıl bir kıymeti kalır, bilmiyorum müzisyen için de, ama kayıttan en ayrı bir zevk alıyorum, çoğu durumda kayıt dinlemeyi tercih edenlerdenim diyebilirim, [[gülüyor, elleri birbirine kenetleniyor, gülerken sanki burnundan da nefes alır gibi oluyor, sol dirseği üzerine yaslanıyor]]

Belki de kayıtta, o görünmeyen kitleye seslenme olgusu, onu “idealize” etme durumu  kayıtları daha da etkili yapabiliyor?

Elif Çağlar: Evet, yani okey, orada çok daha [[kayıt stüdyosundaymışçasına on beş saniye kadar düşünüyor, elleri önce kenetleniyor, sonra birden çözülüyor, düşünceli bir tavırla bakıyor, gözlerinden çok gözlerinin kenarları gülüyor gibi görünüyor şu an, ne hatırladı acaba, sessizce bir an sol kaşı çaprazına bakıyor]] seni çok etkilemeyen, birebir kendinle kaldığın bir durum var, o durumda da başka şeyler çıkıyor, ben onları duymayı çok seviyorum, o yüzden kayıt dinlemeyi daha çok tercih ediyorum, çoğu da eski kayıtlar oluyor, eski kayıtların kıymetini belki yeni anlar oldum belki bilmiyorum…

 

“Büyük ihtimalle jazz dinlemiyorsunuzdur jazz festivalinde…”

5.Jazz daha da genelinde sanat sizce açık bir kavram mıdır, jazz ve sanat olmayan şeyler sizce nelerdir diye sorsak cevaplarınız neler olurdu?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Başını hafifçe sol omzuna yasladı, saçının kazağının üzerine düşüşünden menün gibi, birden geriye gidiyor, biraz daha gitse arkaya düşecek, sol eli açık sağ elinin avuç içinde, dikkatle dinliyor, tekrar öne doğru salındı, başı bir sağa bir sola doğru hareket etti sanki çok geniş bir alanı vurgulamak istermişçesine, gözleri kıpırtısız, dudakları hafiften kenetli, hafifi sıkıntılı bir tedirginlikle soldaki aynalardan sağdakinin üst tarafına bakıp gözlerini gözlerime çevirdi, sakince bakıyor.

Elif Çağlar: Evet, dediğin gibi ucu çok açık bir şey gerçekten, muzu koyuyorsun…

Duvara yapıştırıyorsun…

Elif Çağlar: Evet yapıştırıyorsun duvara [[ne oldu şimdi dercesine ellerini iki yana açıyor ve cevap beklercesine bakıyor, elleri soğuk kar parçaları tutuyormuşçasına koyu sarı aydınlıkta bir süre daireler çiziyor, sonra kar parçalarını karolara bırakmışçasına yana salınıp hafifçe birbirine kenetleniyor]]

Ve bu 180 bin dolara bir sanat koleksiyoneri tarafından değerleniyor…

Elif Çağlar: Bu tartışmaya girersek, işin içinden yıllarca çıkılamadı, o yüzden ne sanattır onu da gerçekten bilmiyorum…

Ne sanat değildir diye sorarak soruyu biraz daha basitleştirmemiz mümkün aslında…

Elif Çağlar: Hım, teknik bilgiye dayalı, ben de öyle genel cevap vereyim o zaman, bu şeylerin hiçbiri sanat değil…

Peki jazz olmayan şeyler, müzikler sence neler?

Elif Çağlar: Jazz olmayan şeyler mi?

Evet, jazz olmayan şeyler…

Elif Çağlar: Yani, o ne bileyim,  şu an günümüzde dinlediğiniz, bir sürü jazz festivaline gittiğinizde dinlediğiniz şeylerin büyük bir kısmı, yüzde vermeyeyim ama, büyük ihtimalle jazz dinlemiyorsunuzdur jazz festivalinde, hani, daha ben ne diyeyim, bir taraftan böyle oldu her şey kaos, o iyi mi kötü mü o da ayrı bir konu…

“Bu sene ise bir tek karar aldım, liste yok…”

6.(İnsanoğlu nereye gidiyor bilmiyorum,

[[Şaşkınlıkla ve sevinçle ellerini iki yana açıp haykırıyor:]]

Elif Çağlar: Ooo,

[[Sonra dikkat kesiliyor:]]

sadece yurduma değil dünyaya bakıyorum, yazmışsınız bloğunuzda, blog 11 şubat tarihli ve bu yazıyı 2014’e girerken yazdım diye başlıyorsunuz.

Elif Çağlar: Vay vay vay, bir daha hatırlatır mısın şeyi, ne demişim?

İnsanoğlu nereye gidiyor bilmiyorum, sadece yurduma değil dünyaya bakıyorum…

Elif Çağlar: Hı hım, tabiii…

Bu sene ise bir tek karar aldım, liste yok, diyorsunuz.

Elif Çağlar: Sonraki yıl için evet evet… [[Epey gülüyor, öyle ki konumunu koruyamıyor, sağ eli ile taburenin kenarını tuttu, yerini sağlamlaştırırken gülmeyi sürdürüyor, ellerini kavuşturup hafifçe öne eğiliyor, sağ tarafına doğru bir an dikkatle bakıyor]]

O sırada Elif sesleniyor:

Elif: Bakar mısın? [[Bahadır Muslu’yu işaret ediyor]]

Bahadır Muslu: Zamanımız çok azaldı, az kaldıysa bitirelim.

Elif Çağlar: Soundcheckler olmadı, istersen, onlar yapana kadar ben toparlayıp istersen…

Bahadır Muslu: Tamam olur…

Peki sürekli yapılacaklar, çalınacaklar listesi öneren jazz olgusunda listelerden ve planlardan nasıl arınılır?

[[Cevaplamadan önce çok sevimli bir biçimde gülümsüyor, hihiii sesi bütün yalınlığı ile duyuluyor, kaşlarını bir an kaldırıp indirdi, sol eli sağ elinin baş parmağı ile avuç içine dokunuyor, sağ bacağını sallıyor, başını iki yana salarken kıvırcık saçları onu epey sempatik gösteriyor, sol eli sağ eli üzerine hafifçe kenetleniyor]]

Elif Çağlar: Nasıl arınırız, yapmayız, arınırız, yapmıyorum ya, ama şöyle dinleyici açısından mı diyorsun, yoksa müzisyen açıdan daha genel açıdan mı,

Senin için, o tarihten sonra neleri değiştirebildin, planlardan arındırdın…

Elif Çağlar: Benim için, o biraz şeydi aslında, o yazıda, yeni yılda hep yeni yıl kararları alınır yeni listeler yapılır ya, bu sene listem yok diye, listem yoktu, her yeni yılda sözler veririz de tutamayız ya…

[[Uzun uzun arkadaki pencereye doğru bakıyor, sol eli ampul takar gibi bir işaret yapıyor, sanki bak işte anlarsın ya, demek istiyor, o tarafa bakıyorum, gözlerinde neşeli bir korku var sanki, ardından bu korku umuda çevriliyor, nereye bakıyor onu göremiyorum, görünmeyen bir dağa mı bakıyor, neresi peki burası]]

Elif Çağlar: Dağlar, dağlar içinde yaşıyoruz şu an, bak dağa göre, kim…

[[Sonra orada dağ yok, bakma bakma dercesine bir işaret yapıyor, parmak uçları güçlü ama hemen kırılganlaşabilecekmiş gibi görünen bir biçimde ileriye uzanıyor, sanki uzanıp başımı çevirecek o tarafa bakma diye, aramızda iki metre mesafe olduğu için bunu yapması mümkün değil, o yüzden belki parmak uçları birden hızla ileriye uzanıp hafifçe geriye çekildi, elleri ipte gezinen bir kuş gibi havada salınıyor şu an, bilekleri havada biraz kırıldı, aman sizde dercesine etrafına bir işaret yapıyor]]

Elif: İkimiz de baktık gerçekten o tarafa, var mı dağ o tarafta diye…

Elif Çağlar: Dağda, tepelerde yaşıyoruz biz böyle, 2020, dağlar orada yine, 2019, dağlar oradaydı yine, neyin peşindeyiz, liste yapmamak hayat ile ilgili bir şeydi, jazz ile ilgili bir şey değil yani aslında, nasıl yapmayız da şey mi oldu biraz, artık karar verirsin ve bir şeyleri istemiyorum dersin…

Neler değişti o andan bu ana…

Elif Çağlar: Yani şöyle, aslında, şöyle bir şey, liste yapmadım ve hayatım şöyle oldu demiyorsun, yıl başında her zaman kendimize bir takım sözler veriyoruz, şartlandırmalar, bunu bunu yapacağım, evet akışa karşı böyle bir kararlar alma olur, sonra o kararlar uygulanmaz, sen insansın, hepsini yapamazsın, uygulayamazsın, sonra da hep, bak bu sene bu yapmıştım bunu söz vermiştim, hayal kırıklığı, sonra da hep böyle kendini şey yaparsın ya zamanı gelince, oysa ben bunları bunları yapacaktım falan, [[önce sol eliyle bir dolap kapağını çekermişçesine havada hareket ettiriyor, sonra ellerini bir işi bitirmişçesine çırpıyor]] liste yapmazsan hiç böyle şeyler kalmıyor, [[gülüşmeler, sol dirseğini masanın kenarına yaslıyor, bilekleri dizlerinde, hafifçe öne yaslanmış halde sakin bakışlarla bakıyor]] hiçbir şey, her şey akışına göre, bu şey değil tabii, oh serserilik avarelik, benim bütün hayatım program üzerine geçiyor yani, onu yapmalıyım, o onu söyledi, o şey, ama bu hep senin ile, akışın ile giden şeyler, [[önce elleri bir kayığı iter gibi görünüyor, sonra sağ işaret parmağını tehdit eder gibi ileriye uzatıyor]] liste, birinci kural, bu ay beş konser olmalı, falan değil, o neyse ne, o ay ne gelirse ben oraya giderim, canımın istediği şeye gidip, beni rahatsız eden şeyi kabul etmem, bunlar özgürlüklerimdir ama onun dışında plan yapmak zorundasınızdır, bu sene hedeflerim falan, hayat diyelim ona…

Elif: Biraz fazla anlam yüklüyoruz galiba…

Elif Çağlar: Evet, aynen…

Elif: Sonra da bu yıl çok kötü geçti falan diyoruz…

Elif Çağlar: Tabii kime göre, hayattayız çok şükür, çok fazla üzerine koymayacaksın, şöyle yapmalıyım böyle yapmalıyım, onlar kötü işte, bu sene bunu yapıcam, bilmem ne olacak falan, o yüzden o şeyleri bıraktım hani, [[bir süre düşünüyor, sağ bileği sol elinin arasında, soldaki masanın üzerine dikkatle bakıyor, daha önce masanın üzerine pek bakmıyordu, acaba bir şey mi gördü orada]] şimdi bana komik geliyor ama eski tavrım benim, hayat klasik sana limon verirse limonata yaparsın falan, hayır olmak zorunda değil işte yani, ekşi yaşa, limonata, sonuna kadar yaşarsın yani hayatı, bu kadar yani, bu kadar olur senin başın, ayy ben ne yapıyorum, değil işte, devam et, sürekli yenileniyoruz, devam et, tek öğrendiğim o yani, liste yapmamak…

Şöyle bir şarkı sözünü hatırlattı bu söylediklerin:

To let myself go,

To let my self flow

Is only way of being

Elif Çağlar: Kimin bu şarkı?

Ane Brun…

Elif Çağlar: Aa çok doğru, akışına, akışa bırakmak hayatı yani, yoksa yapamazdım başka türlü…

7.Bağdat Avenue grubunun oluşum sürecinden,

Elif Çağlar: Aaa evet…

ve ilk albümünüzün yapım aşamasında yaşadığınız olumlu ve olumsuz şeylerden bahseder misiniz? Bu ilk deneyimler son albüm The Art of Time’a nasıl yansıdı?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Soru bitmeden büyük bir ilgi ile aralarda destekleyecek sorular sorup cevaplar verdi, elleri birbirine kenetliydi, soruyu soracağım sırada, bir an ona bakına hiç beklemiyormuşçasına bakıp uzun uzun gülümsedi, yaşam bu tür anlardan ibaret diye düşündüm o an, yaşamı uzatmaya gerek yok, her şey bu içten anlardan ibaret sanırım, birisi bir şey sormuşçasına sağına döndü soruyu sormaya başladığımda, sonra başını çevirdi hızla, ardından kıvırcık saçları çevrildi, dikkatle gözlerime bakıyor, gözleri şimdi sol omzum üzerinden gerideki o görünmeyen noktaya doğru çevrildi, geçmişte bir yere gidiyor sanki, sol dirseği masanın kenarına yaslı, iri gözlerinde şaşkınlıkla karışık düşünceli bir bakış var şu an, sanki biraz da beklentili bir sakinlik görünür gibi oluyor.

Elif Çağlar: Bağdat Avenue benim için de, o dönem için de farklı bir işti o, o yüzden, o zamanlar çok zordu albüm yapmak, ne oldu, o stüdyo ortamında, o zaman ilk defa albüm kaydına giriyorum, ve söylüyorum, benim için korkunç bir şeydi yani, her şey bütün çıplaklığı ile yüzde yüz karşında, hiçbir zaman sahnede duymadığım, steril bir ortamdasın, tekrar ediyor bir şeyler, bir nota bazen takılıyor, al çıkmıyor yani ve [[ellerini titretir gibi öne uzatıyor]] bir stres hali, idi o zaman, en ne olmuş oldu, onlarla deneyim kazanıyorsun, şimdi artık o stresi duymuyorum, bir keyif hali, oo kendini duymak [[kulaklık takıyormuşçasına ellerini kulaklarına götürüyor]] onu duymak, o saatlerde çok eğleniyorum, (paralellik kurmak istercesine iki elini yana açıyor) paralelliği o diyelim aslında, o zamandan bu zamana diyelim, ondan sonra bir sürü albümler yapıldı, her defasında yeni şeyler, alışkanlık ve bir süre sonra anlıyorsun işin ne olduğunu ve keyif almaya başlıyorsun, zorlukları aştıktan sonra her zaman olur ya, aa güzel kısmı geldi, keşke iki ayda bir sürekli kayda girsek de onu yaşasak…

8.Finally it’s time for me to tell my story diyorsunuz M.U.S.I.C adlı şarkınızda, sözler çok fazla serzeniş te barındırıyor, bir kimse hayatın hangi anında artık hikayemi anlatmanın zamanı gelmiş, demektedir sizce?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Elleri birbirine kenetli ve iki dizi arasında, bir an dikkatli bir an gülümseyen bir tavırla bakıyor, omuzlarını dikleştirdi, başı sol omzu üzerine biraz düşüyor, uyurken pek yastığa gerek duymayacağını düşünmeden edemiyorum, sonra iyice bedenini dikleştiriyor, elleri hala dizleri arasında, dudaklarının kenarı ile yutkunarak bakıyor, gözleri arada bir sol omzumun üzerinden arkadaki camlara ve o görünmeyen dağlara bakar gibi görünüyor, sonra dikkatle gözlerini gözlerime çeviriyor, gülümsemesini sürdürüyor, sağ eli dizleri arasında, sol eli az sonra havada desenler çizecekmişçesine hareketlenecek gibi görünüyor, dikkatli bakışlarla bakmayı sürdürüyor.

Elif Çağlar: Kendim için tabii ki bunu yanıtlayacağım, o şey, genel yanıtta bir şeyler, burana gelir ya [[çenesini gösteriyor, sanki denizde; su seviyesini de göstermeye çalışıyor gibi görünüyor, bir sahil kasabasında ya da denize bakan bir yerde yaşıyor olabilir mi bundan emin değilim ama öyle bir havası var sanki]] her kararda bu var aslında, artık bunu yapmamın zamanı geldi deyip işe koyuluyorsanız orada bir birikmişlik vardır, ve size de o şeyi artık yapabileceğinizi söyleyen bir şey vardır, ve onlar doğru zamanda hepsi bir birleşirler şimdiymiş zamanı dersiniz ve yaparsınız, benim için de bu karar ilk albümü yapma zamanıydı, o yirmili yaşlarda kendinizi ararken çok da eminsinizdir çoktan buldum diye ama böyle bir şey de yoktur aslında, [[dişlerinin arasından gülüyor, sol eli havada daire çizerken gülümsemesi bir süre daha devam ediyor, bir ana gülerken nefesi mi kesildi acaba diye düşünmeden edemiyorum, gülmesi ile gülümsemesi arasında tuhaf bir sınır var, ne zaman karşıya geçtiğini kolay kolay ayırt etmek mümkün gibi görünmüyor, ona dikkatle bakmak gerekli sanırım, ya da onu dikkatle dinlemek, gülümsemesini gözlerinin de destekleyip desteklemediğini anlamaya çalışmak]] çok eminim, bunu asla yapmam, bu ne ya, her şeye böyle çok net, sonra bakarsınız ne asla, bir şeyler değişiyor ya, albüm konusunda ama şeydi, benim artık bir yere yetişmem, bir şeyleri hızlandırmam gerekiyordu ama şey değil, kendim oldum, müzisyen olarak değil, bu hikaye olarak pişti, artık bunları fırından çıkarabilirim, herkese sunabilirim dönemi oldu, ve 2010 da bu albüm çıktı işte, o sözleri de o zaman yazdığı bir şarkıydı, tam olarak o zaman karşılaştığım şeylere karşı bir serzenişti, onunla girmek istedim, zaten onun M.U.S.I.C. diye yazılmasının nedeni de oydu, [[bir şeyi keser gibi sağ elini havada gezdiriyor]] o anı benim için üstüne basa basa geçmeye çalıştığım, kendi mizah duygumu da yansıtarak  geçen bir süreçti, demek ki onu hissetmişim, artık [[ellerini bir şeyi havaya kaldırır gibi yapıyor, tokalaşır gibi öne uzatıyor, ardından ellerini dizlerinde kavuşturup sessizce bakıyor]]

Bu cevabı biraz daha açmak için belki de o albümün çıkış tarihini baz olarak o dönemin toplumsal şartlarına ve “müzik endüstrisi”ne sosyolojik açıdan bakmak yerinde olacaktır.

Elif Çağlar: Tabii, o albümü otuz yaşımdayken çıkardım, daha erken yapabilirdim bir çok şeyi, reel olarak basılmamış ama Amerika’da basılmış ufak tefek şeylerim de var, bağımsız şeyler, onları dinleyen bilen insanlar var, on beş on altı yaşımda resmi olmayan ilk albüm teklifimi aldım, isim vermiyorum, güçlü insanlardı sektörde, iyi ki kabul etmedim, şu an ben çok mutluyum, on dokuz yaşımda ikinci teklifi aldım, ama o da şeydi hani, böyle yapacaksın, böyle giyineceksin, sonra şunlar eklenecek, şöyle yapar mısın, baktım sen benim sesimden bir paket çıkarmaya çalışıyorsun, baktım, bunu yapsaydım, canım bunlar satacak şeyler değil, sen bunları yap para kazan, sonra onlarla da ilgilenirsin, işte böyle bir sektör bu sektör, ne kadar bağımsız şirketler diyebilirsin buna, o dönem on dokuz yaşındayım bunlar var, hayallerim var, hayır bunlar hiçbir zaman olmayacak, sen önce bunları yap ki kendini kurtar falan, kendini bunları düşünürken buluyorsun, [[düşünür gibi sağ işaret parmağını alnına doğru götürüyor]] bu nasıl sektör böyle, ben bunu mu istiyorum, [[ellerini şaşırmışçasına iki yana açıyor]] sonra işte müziğini yapmaya çalışıyorsun sadece,

İki sorumuz kaldı ama onuncu soru bunla çok bağlantılı, yerlerini değiştirelim istersen?

[[Elleriyle tabii değiştirelim dercesine bir işaret yapıyor]]

9 (Aslında 10). Indie olgusu sizce ne anlam ifade ediyor, hayatın hemen her alanında faaliyet yürüten bir çok kurum bağış kampanyası düzenler ve pek tepki çekmezken,

Elif Çağlar: Evet, çok doğru…

neden sizce sanat alanında düzenlenen bağış kampanyaları aşırı göze batıyor? Indie olgusu henüz kültürel temellerini oluşturamamış olabilir mi?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Elleri sol dizi üzerinde birbirine kenetli, başını sol omzu üzerinde tutup yerdeki karolara bakıyor, gözleri aşırı dikkatli, arada bir gülümser gibi görünüyor, bu kadarını da beklemezsin dercesine çenesini öne çıkarıp gülümsüyor, alnını hafifçe geriye yasladı, sanki beyninin farklı bir bölgesi ile de dinlemeye çalışır gibi görünüyor, sol bileği masanın hemen kenarında, dikkatle bakmayı sürdürüyor, hafifçe gülümsüyor.

Elif Çağlar: Evet, bu kendim de yaşadım, onun dışında benim Amerika’da hocalarımdan müzisyen arkadaşlarım dostlarım bir sürü albüm yaptılar, sadece jazz değil, indie, rock, rockçılar hele, metalciler, o kadar müthişler ki bu fonlama konusunda, ben bizim bu kendi yaşadığınız, ona da olumsuz diyemiyorum, albümü yaptık, resmen dinleyenlerimiz sayesinde, onların inancı sayesinde müziğe, üstüne de ben daha fazlasını koyup. insanlara aptal gelecek şimdi çünkü dediler ki o paraya araba alırsın, ev alırsın, [[kollarını iki yana açıyor]] ee, bana ne arabadan, ben araba kullanmayı sevmiyorum ki, ben diğer tarafı, müziği seviyorum, o yüzden bu indie, bağımsız kampanyaların dünyada müthiş bir şeyi var, anlaşıldı yeri, destek var, Türkiye’de bile o benim kampanyamda facebookta çok acayip bir istatistik var, 7000 kez paylaşılmış, hiçbir şey olmadan, hiç tanışmadığım insanların desteği ile şöyle yapın böyle yapın destek falan, ne muhteşem bir şey, onun dışında çıkan o tepkileri sayarsak bence o tepki bile değil onlara tepki diyerek onurlandırmayalım…

Bu sorunun devamında: Indie olgusu henüz kültürel temellerini oluşturamamış olabilir mi? Diye sormuştuk o halde yavaş yavaş oluşmaya başladığını söylemek mümkün mü?

Elif Çağlar: Aa evet, yavaş yavaş oluşturuyor bence de, genç gruplar, indie tarzlar ağırlık veriyor, fonlama işlerine eski nesil biraz daha şey yapıyor belki ama ya da yeni yeni artık insanlar bazı şeyleri kırıyorlar, dünya bağımsız,  bu belki de şeyi sorgulamamıza neden oluyor, hangimiz acaba hangi mesleği yaparken ne kadar o konuda yetkiniz, iyi miyiz, herkes, doğru yapması gereken mesleği mi yapıyor, yoksa herkes her şeyi eleştirmek için mi uğraşıyor, bu egolar biraz fazla hani…

Avrupa Birliği ülkeleri arasında dahi en çok kitap okuyan ülke olduğumuza göre…

Elif Çağlar: İşte, [[gülüşmeler oluyor, işte ne diyebilirsin ki, dercesine şaşkınlıkla karışık bir beklenti ile dikkatle bakıyor, sol dirseği masanın kenarına yaslı, ağırlığını da o tarafa verip hafiften karşıya doğru bakar gibi görünüyor]] müthişiz tabii, önemli olan kimsenin, onun bunun dediğini önemsemeden sen o işi yapıyorsun ya bu kadar, o iş bitiyor, şu an tanıştığım görüştüğüm bir çok müzisyenlerde de görüyorum çektikleri birçok şeyleri, kötü koşullardan bir sürü şeyden konuşuyoruz, çok haklısın diyorum, bizim hala öyle diyorum bazı konularda, ama onlar da önemsemiyor, ben bu albümü çok şükür, internet diye, bu konuda şeyiz, bir şey var, istediğin kişiye ulaşıyorsun, istediğin müziği yayınlıyorsun da, videosunu da koyuyorsun bilmem ne, artık öyle şeyler gelişti, işte o zaman bağımsız müzik, bağımsız sanat o zaman olur, birilerinin böyle biip biip [[görünmeyen bir ekrana dokunur gibi yapıyor]] seni kontrole etmemesi, onları artık aşmamız gerekiyor, tek savaşımız bu olmalı hani…

9.Mrs. Elo…

Elif Çağlar: Teşekkür ederim, bunu duymuşsun ya…(Çok sempatik bir biçimde gülüyor…)

Mrs. Elo’yu dinleyen birinin sizi hemen hatırlaması bizce pek mümkün değil,

[[Başını iki yana sallıyor]]

Elif Çağlar: Hiç ben gibi değil bence, zaten başka bir isim başka bir karakter,

Mrs.Elo ile nasıl tanıştınız, ne zamandan beri var, yoksa hep mi vardı, aydan mı geldi,

[[Ellerini kavuşturup gülüyor]]

anlatmak istedikleri sadece müzik ile mi ilgili, yoksa elektro-akustik bir takım deneyler peşinde olan bir karakter mi?

SORUYU NASIL DİNLEDİ: Beklenmedik bir şaşkınlıkla baktı, sol dirseği masanın kenarında, ağırlığını masaya doğru vermiş, iki elinin parmak uçları havada birbirine dokunuyor, dudağının sağ kenarını hafiften ısırıyor, kaşları kalkıyor, hemen kaşlarını indirirken hemen gülümsemeye başlıyor.

ANALİZ: Soruları dinlerken ve cevaplarken ellerinin ve mimikleri ile jestlerinin sürekli hareket halinde olduğu görüldü. Bedeni sürekli hareket etmeye eğilimli, karşısındakinin üzerinde otorite kurmaya çalışan bir karakter özelliğine sahip değil, tam aksine özgürlük olgusuna yakın, aşırı mütevazi, iletişime açık… (Analizin devamı gelecek)

Elif Çağlar: Anlatmak istediklerini bir yandan deneyler de yaparak o şekilde anlatmaya çalışan birisi, 2005 yılında ilk defa Amerika’dayken elektronik müzik ile birtakım aletleri kullanmaya başlamasıyla Elif Çağlar’ın, hani böyle üçüncü şahıs konuşurlar ya [[dur bir dakika dercesine elini ileriye uzatıp gülüyor]] kendimi, 2005’de böyle bir şeyi keşfettim, Mrs. Elo o süreçte çıktı, başka bir Elif Çağlar şeyi de vardı, nihayetinde bunu ben yayınladım, böyle bir şeyim çıktı isterseniz dinlemek diye, o yüzden çok olmasın diye elektronik şarkılardan hikaye anlatan biraz da deneysel kısımları olan, belki jazzla olan o eğilimleriyle  biraz daha insanların paralellik kurabileceği, merhaba dediğim bir E.P.’ydi o, 2020’de galiba şey oldu, o tanışma faslını geçmeye başlayacağız, onda yaptığım elektronik müzikte bunların bir alakası yok, [[sağ elini çekiç tutar gibi havaya kaldırıyor]] biraz böyle kafasına kafasına vurmak gibi [[gözlerini kısıp dikkatle bakarak gülüyor]] beni bile tanıyamayacakları bir durum, o yüzden ne yapayım, [[ellerini havaya kaldırıp gülüyor]] ne yapayım, hikaye kısmından dolayı biraz da, bu başka bir şey, çünkü bu biraz da elektronik müzik, eski anlamda, daha çok elektronik müzik dendiği zaman dans müziği house ile özdeşleştirilen bir müzik akla geliyor…

Benim aklıma elektronik müzik deyince Bülent Arel geliyor…

[[Gülüyor, elleri havada yarım daireler çiziyor neşeli bir biçimde]]

Elif Çağlar: A bak değil mi, elektronik müzik, elektro-akustik müziğe bakarsan şimdi bambaşka konu oldu ya, halbuki elektro-akustik müzik bambaşka isimlere veriliyor, ve bunlara da biraz saygı duruşunda bulunulması için o albümde küçük denemeler vardı Mrs. Elo’da, bunu hatırladığın için çok mutlu oldum bu arada…

Hı hım, (gülüyorum sanırım)

Elif Çağlar: Ama diğerinde daha çok eğer seviyorsan IDM denilen tür ya da daha dark bass, electro gibi türler, o yüzden benden ayrı bir şey jazz şekli tarafından, ona da bu seneye izin veriyorum, sen de ne yapayım çık o zaman, onun da bu seneymiş şeyi, hıh tamam dediğimiz yılı buymuş demek ki,

O halde gelecek röportaja bu albümü de dahil ederiz…

Elif Çağlar: Evet, onu başka bir ara dinlersin ama, ne alaka diyebilirsin,

Bir “bis” sorusu, yeni hedefler, projeler, tarihler neler?

Elif Çağlar: Dediğim gibi bu artık hani, bu elektronik çok içimde kalmıştı yıllardır, sayısını bilmediğim yani, sanırım 150 falan kayıt var aslında, o yüzden maalesef başlamak lazım yani, hepsinin, hepsi yayınlanmayacaktır büyük ihtimalle, bilmiyorum, hepsi bilgisayarda benim yaptığım şey işte, hepsinin mikslenmesi, albüm haline getirilmesi, maddi olarak da biraz çalışmalıyım,

O kayırlardan bazılarını yayınlamak isterdik aslında…

Elif Çağlar: O kayıtlardan, [[coşkulu bir şekilde gülüyor]] o kayıtlar bitmemiş aslında, evde yapılmış kayıtlar oysa onların yüz ellisini de, hepsini yayınlamak istiyorum öyle bakarsan ama öyle olmasın, bir duyum kalitesi olsun, sonuçta miks, mastering ayrı bir iş, hepsini kendim miksledim ama ben miks yapamam ki, kulaktan duyduğum kadarıyla ama onun o etkiyi vermesi için, iyi bir şekilde yapılması gerek, [[söz veriyormuşçasına ellerini öne uzatıyor, evet evet, söz verdi sanki ve gülüyor]] işte o zaman sunarız yani, 2020 de elektronik o var, bu akşam kullanacağım vokal aracı voicelive ağırlıklı bir tane video projesi var, büyük ihtimalle bir single gelecek olan, ve yine akustik tarafımla ilgili bir şey var, ama onları şimdi iki tane opsiyon var, netleşsin o zaman söyleyeyim…

Röportajımız burada sona erdi, çok teşekkür ederiz,

Elif Çağlar: Ben teşekkür ederim, çok güzeldi, sağ olun, çok çalışmışsınız belli ki…

Elif: Birkaç fotoğraf alabilir miyiz?

Elif Çağlar: Tabii ki.

 

Elif Çağlar röportajına içten katkılarından dolayı F.STOP PUB & CABARET’e çok teşekkür ederiz.

Röportaj: Affetmeyensanat.com

Sanat Yönetmeni: Elif Ataman

Fotoğraflar: Punk Abi Oktay, Elif Ataman

 

 

GALERİ:

 

Home

http://affetmeyensanat.com/

 

 

 

Comments

comments