Feti Blue Band (Feti) ile Yeni Müzik Biçimleri Felsefesi ve Kökleri Kitabı Kapsamında: Modern Blues, Yavuz Çetin ve Jazz Ekseninde Bir Röportaj

(Yeni Müzik Biçimleri Felsefesi ve Kökleri | Fenomenolojik Bir Müzik Varlığı Araştırması kitabı kapsamında)

Home

http://affetmeyensanat.com/

FETİ BLUE BAND

(Bu röportajın ses kaydı, Pierre Bourdieu’nun sosyoloji kuramı ve bu kuramın sosyolojik mülakat yöntemleri ekseninde “deşifre edilmiş olup”; bilinci, bilinçaltını ve algının fenomenolojisini “olduğu gibi” sergileyebilmek amacıyla gerçeğe tamamen sadık kalınmıştır.)

Etiketler: Feti Blue Band, Kuş Ekmeği, Modern Blues, Klasik Jazz, Modern Jazz, Yavuz Çetin

 

(Bir kış gecesi eğer bir yolcu Fethi Blue Band ile röportaj yapmak isterse ne yapmalı, diye düşünerek kar beyazı parıltılı, azur mavisi aydınlıklı karlı sokaklarda, vanilya kokusunu hatırlatan bir gece rüzgarı eşliğinde ilerliyorum, arada bir; bir yayınevi için hazırladığım elimdeki okuma listesine bakıyorum: Michel Henry; Yaşam ve Felsefe: Söyleşiler, Leibniz; Monadoloji ya da Felsefenin İlkeleri, Alain Badiou; Felsefe İçin Manifesto, Karl Jasper; Felsefi İnanç, Jean Baudoin; Karl Popper, Jürgen Habermas; İnsan Doğasının Geleceği, Emmanuel Levinas; Sonsuza Tanıklık, Giles Oakley; Blues Tarihi ve Bilge’nin önerdiği: Miles Davis, kitaplarıın sadece ikisi müzik ile ilgili görünüyor, ama gerçekten öyle mi, gece mavileşiyor, güneş; isli koyu gri bir cam ardından göz kırparak bakar gibi görünüyor, olmak sanki daha şimdiden şaşkınlık veren bir oluş, bir şimdideki-gelecek  barındırıyor sanki: saat sekize geliyor, birazdan Bilge gelecek; ve geliyor, birazdan bir kahve içip bluesdan bahsedeceğiz; ve bahsediyoruz, birazdan Feti ile görüşeceğiz; ve görüşüyoruz, birazdan “soundcheck” bitecek; ve bitiyor, birazdan röportaj başlayacak; ve başlıyor. Öncelikle hoşgeldiniz diyoruz.

1-Blues olgusunu blues köklerinden yola çıkarak bir yolculuğa benzetmiş olsak, aklınıza ilk gelecek altı blues durağı ne olurdu, kendinizi bu duraklardan hangisine yakın hissediyorsunuz, blues’un ne yöne doğru evrildiğini düşünüyorsunuz?

FETİ BLUE BAND (FETHİ ÇAĞLAYAN) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  İki eli belinde, çenesini hafifçe yukarıya kaldırmış, tamamen dik durarak, aşırı dikkatli bakışlarla dinliyor, kendini tamamen “dışarıdan ve aşkın olandan” yalıtmış durumda, tüm dikkatini soruya verdiğini söylemek mümkün. Soruyu cevaplarken sol eli çoğu zaman belinde; sağ eli ise havada birtakım görünmeyen işaretler yapıyor (belki de görünmeyen bir gitarın düşlenmeyi bekleyen mavimsi perdelerini arıyor).

Feti Blue Band (Feti Çağlayan): Tabii ki öncelikle delta blues, (biraz düşünüyor) sonra belki biraz New Orleans, ondan sonra kesinlikle Chicago ve Texas blues… [[Kendini çok rahat ama epey dikkatli görünen tavırlarla sürekli kontrol ediyor, kontrolcü bir karaktere mi sahip; yoksa rahat olduğu için mi kendini kontrol etmek zorunda kalıyor, duygusal yapısını dengelemek ya da varlığına tutunabilmek için kontrolcü olmak onun bir karakter özelliği olmuş gibi görünüyor, varlığını sürekli algılamak için sağ elinin işaret parmağı bir yeri-bir şeyi-bir varlığı-bir olguyu kendine hatırlatmak istermişçesine sürekli alnında geziniyor. Sanki duygularına hemen kapılmamaya çalışan ama bu çabasını da gizleyemediği için içtenlikle gülümsemekle yetinen bir tavırla bakıyor, dışavurumcu görünen ama içe dönük karakter özeliklerini hatırlatan bir ölçülülük içerisinde sessizce bekliyor, sonra aceleci olmayan beklentili, belki de soru da sormak isteyen dolgun ama bas tonlarına fazla yüklenmek istemeyen parıltılı ve keskince bir ses tonu ile söze giriyor.]]

Stevie Ray geliyor hemen akla…

Feti Blue Band (Feti): Tabii tabii, Steve Ray, Johnny Winter, Doyle Bramhall, Doyle Bramhall’un oğlu second, öyle gidiyor işte o işler, öyle (bir an kararsız kalıyor) Texas’a kadar gidiyor, tabii Tennese, Memphis blues, onlar da özeldir, ben orada uzun süreler yaşadığım için, onu teneffüs etme olayını da, şansını da buldum, durakları böyle sıralayabiliriz.

Bir durak daha kalmıştı… Günümüze doğru yaklaşırsak…

Feti Blue Band (Feti): Tabii San Francisco Blues da var, San Francisco’da da ayrı bir olay var, belki de öyle olabilir tabii…

Peki nereye doğru gidiyor şu an?

Feti Blue Band (Feti): Nereye gidiyor, bence, bu duraklardan hangisine doğru gidiyor anlamında mı?

Bu da olabilir, yeni bir durak da olabilir…

Feti Blue Band (Feti): Valla bence bluesun tekrar gittiği yer Midwest’e doğru, işte Chicago, ve biraz daha doğu kıyısına doğru dönüyor, Robert Cray çok önemli bir taş burada, kendisi benim için modern bluesculardan dinlenmesi gerekenlerden, en önde gelenlerdendir Robert Cray, yani doğuya doğrugidiyor diyelim (gülüyor…).

AFFETMEYEN BİR ÇIKARIM VE BİR KÜÇÜK PORTRE: Modern jazz müzisyenleri ile blusun köklerini de koruyarak “modern blues-rock” albümü yapmanın getirdiği bir aşırı kontrol ihtiyacı karakterinde kendini belli ediyor. Kolay değil elbette, bir okyanusa açılıp da derinliğin içindeyken derinliğe dair düş kurabilmek, hala yüzmeyi sürdürebilmek. İçe dönük karakter özellikleri gösterse de (tane tan konuşma, düş kurmaya yatkınlık, düşünerek: ezberden konuşmama, içtenlik, umutlu bir beklenti, hüzünlü bir yalnızlık, müziğe sığınma ihtiyacı, duygularını kontrol etme çabası…) duyuları dışarıya çok açık, öyle ki cevap vermek yerine yeri geldiğinde sorular sormayı dahi ister görünüyor, kesin yargılarının olduğunu söylemek güç, yaşayan blues olgusunun yansımaları karakterinde göze çarpıyor, kontrolcü görünse de kuralcı olmadığı açık, herhalde beste yapmak onun için düzenli bir uğraş değil, beklenmedik bir anda, beklenmedik bir doğa parçası içerisinde bir takım notalara bir blues biçiminde ses vermek olmalı.

Feti Blu Band, Aslan Sütü.

Şarkının Fenomenolojik bir analizi, eleştirisi ve izlenimler:

Overdrive dolgunlukta dinamik bir funky riff  ile giriş. B.B. King stilinde slide bir cümleleme. Klasik 1-4-5 ekseninde gezinen ama tonikten çok dominantta kalacakmış gibi algılanan bir yapı, Chicago; yer yer Albert Collins stilinde üflemeliler üzerinde gezinen funky gitar eşliğinde uzun notalara yayılan anlatımcı bir vokal ve onu destekleyen biraz umarsız geri vokaller. Sevimli görünen bir mizah ki B.B. King’in bir sözünü hatırlatıyor nedense bana: ” Gözlerindeki mizah öldüğünde evlat, o gitarı kenara at…”

Feti abi bizi “affetmesin” ama şarkıda “kontrast” eksik gibi görünüyor (şarkının daha da etkili olmasını engelleyen bir eksik demek daha uygun), neşeli miyiz; umutlu muyuz, sanki ikisi arasında ilerleyen ama biri varken diğeri olmayan, onun eksikliğini de hissettiren bir şey algıladım, ara sax solusu ve onun için yapılan ritmik hazırlık, “serilen” temanın “gelişmesini” biraz engelleyen bir kopukluk oluşturmuş. Sanki dominantta kurulacak bir ikinci tema ve hemen ardından gelecek (ve tonik tınlayan) sololar şarkıyı daha da etkili yapacakmış, “dağların nasıl aşılacağı” daha net bir duygu ve algı biçimi ile gösterilecekmiş..

Sırasıyla soloya giren hırçın sax, Jimmy Smith gibi mırıldanan org ve Stevie Ray stilinde gitar eşliğinde ilerleyen sololarla oluşan biçim yapısına bakarsak, beklentili bir funky-bluesy yolculuk havasının tüm şarkıya hakim olduğunu söylemek mümkün.

2-Blues’da özgür doğaçlama olgusunu sınırlayan şeyler sizce neler, bütünüyle özgür bir doğaçlamadan bahsedebilir miyiz, yoksa özgür doğaçlama sınırları gösterme üzerine mi kurulu?

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ: Bardağına uzanıp, sol eli ile ortasından tuttuğu ince pipet ile içkisini içerken bir an pür dikkat kesiliyor, sora bardağı masaya bırakıp hemen arkaya yaslanıyor, iki eli kalçasında, sanki çok uzaktaki bir sınırın dikenli tellerini görmek istiyormuşçasına gözlerini alabildiğine kısıyor, sivri burnunu ve çenesini hafifçe öne doğru uzatıyor, hafiften alnı kırıştırıp gözlerini yuvalarında döndürüyor, sanki adeta doğaçlama bir varlık kurma çabasında, varoluşunun anlamı, doğaçlamaya dair bir soruya doğaçlama bir dinleme edimi ile dinlerken cevap vermek üzerine kurulu, gözlerini arada bir tavana doğru çeviriyor.

“Bluesda doğaçlamayı sınırlayan şey, bence bütün diğer müzik türlerinde olduğu gibi belli kalıplara bağlı kalma isteği…”

Feti Blue Band (Feti): Doğaçlamayı, bluesda doğaçlamayı sınırlayan şey, bence bütün diğer müzik türlerinde olduğu gibi belli kalıplara bağlı kalma isteğinden gelebilir (Onay beklercesine dikkatle bakıyor) .

Hı hım…

Feti Blue Band (Feti): Yani buna bağlı kalmayı sadece o anda gözlerini kapatıp çaldığın zaman zaten bir şeyin seni kısıtlamasına imkan yok, ben öyle düşünüyorum yani…

Çalarken, blues yapısı üzerine doğaçlama yaparken şu şöyle bir stile kaydım sanki diye şüpheye düştüğün ya da kendini “sağlam” olmayan bir yerde hissettiğin zamanlar oluyor mu?

Feti Blue Band (Feti): Yok, o çok olmaz bana (epey düşünüyor…).

Blues’dan da çıktık ama, acaba nereye gidiyoruz şu an dediğin…

Feti Blue Band (Feti): Hımm, yok, o çok olmaz bana, eğer ben istersem olur, ben bazen belki bir yerlere çıkmak isterim, kendi isteğimle olur o, ama, her şey zaten orada benim kontrolümde olduğu için, yani ben öyle hissediyorum, öyle bir şey hissetmedim, ben aksine, hani çalarken oh ne güzel işte ordayım, yine ordayım falan diye daha iyi ve güçlü hissediyorum, gözlerimi kapattığım zaman o anda hani iyi ki bu işteyim, iyi ki bunu yapıyorum falan diye böyle çok hissettiğim olmuştur, tabii biraz önce soundcheck’de de öyle oldu (gülüyor…).

Aa öyle mi…

Feti Blue Band (Feti): Tabiii (gülmeyi sürdürüyor…).

ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN GÖZÜNDEN (BİLGE):  Bazı insanların blues’u çok fazla kalıplara bağlı bulduğuna dair yaptığı yorumlardan yola çıkarak sorulan sorularda kendisinin verdiği cevap şöyleydi: ‘’Blues’u sınırlayan şey o belli kalıplara bağlı kalman, gözlerini kapatıp çaldığında kalıplara bağlı kalmana imkan yok.’’ (Bu yorumunu sahnede bizlere çok net bir şekilde de yansıttı aslında). Ve röportaj esnasında en çok dikkatimi çeken ve aslında kendisini dinleten şey kendinden emin duruşuydu. Peki kendisi bu kalıpları nasıl kırıyor diye sorarsak, bu cümleler trafiğinde kurduğu bir cümle bize cevabını veriyordu: ‘’Ben istersem olur.’’ Yani aslında sahnede her şeyin kendi kontrolünde olduğunu anlatmaya çalıştı bizlere. Sanırım olay gerçekten de bluesu yaşamak!

3-Jazz ve blues çoğu zaman yan yana getirilir, biri söylendiğinde diğeri de söylenir, oysa aralarında çok belirgin farklar söz konusu, blues ve jazzı birbirinden ayıran en belirgin farklar sence neler, bu farkları sıralasan nasıl sıralardın?

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  İki eli belinde, başını hafifçe geriye yaslıyor, burnunu ve çenesini sanki hafiften öne doğru uzatmaya çalışıyor, bütün dikkatini çenesine ve gözlerine vermiş gibi görünüyor, hafiften öne arkaya doğru birkaç kez salınıyor, yüzünde tuhaf bir kararsızlık var, sanki jazz olgusunun sınırlarını ayrımsamaya çalışıyor, kısa bir an beklenmedik bir yabancıyı karşılarmışçasına gözlerinde bir şaşkınlık beliriyor, şu an ayrımsamak ile ayrımsamamak arasında kararsız kalmış gibi görünüyor, dikkatli gözlerle arada bir tavana bakmayı sürdürüyor.

Feti Blue Band (Feti): Nasıl sıralarız, ya tabii ki blues biraz daha aslında nasıl söyleyelim birazcık daha ham hali gibi olayın, ve birazcık daha ne diyeyim, herhangi bir şeye biraz daha basit bir şekilde bakış gibi, hani basit basit bir laf oldu ama, daha saf…

Sade denebilir belki de…

Feti Blue Band (Feti): Evet sade, doğru… Biraz daha sade bir şekilde bir bakış açısı bence, ama hani duygu yoğunluğu açısından bakarsak ikisinde de sade olmayan çok karmaşık duyguların yaşandığı anlar oluyor, yani işte sadece teknik açıdan konuşursak bu sadelikten ve öbür karmaşıklıktan bahsedebiliriz ama duygu yoğunluğu açısından ikisi de bence aynı yerde gidiyor, aynı şeyler hissediliyor, aynı köklerden çıkmış müzikler sonuçta, öyle… İkisini de çok fazla ayrı yerlere koymak doğru bir yaklaşım değil bence…

Günümüzde çok ayrıldı ama, Önder abi de aynı şeyi söylemişti, öyle jazz grupları çıktı ki bizden-belki birdenbire, müzisyenlerden başka kimse dinlemiyor artık onları, aşırı teknik; sadece jazz müzisyenlerinin dinlediği bir “jazz müzisyeni için jazz türü” çıktı sanki şu an…

Feti Blue Band (Feti): (Dikkat ve ilgiyle bakıyor…) Evet…

Bu yeni jazz türü ile şu anki bluesu kıyasladığımızda…

Hımm…

Aralarında yoğun bir “fark” oluşuyor o zaman da…

(Bu farkı Derrida’nın kullandığı anlamda bir “differance” olarak tanımlamak mümkün.)

Feti Blue Band (Feti): Evvet, ya Önder hocanın onları söylerken ne kastettiğini tahmin edebiliyorum, doğru söylemiş.

Bu yeni jazz ile bluesu kıyasladığımızda o zaman…

Feti Blue Band (Feti): Evet, ben şimdi, siz soruyu sorduğunuzda şeyi düşündüm sadece, ben klasik eski jazz sevdiğim için.

(Gülüşmeler…)

Feti Blue Band (Feti): (Gülerek cevap veriyor…) Kafamda o çalıyor böyle arkada, o ikisini düşünerek söyledim ve tabiki bambaşka, başka bir dünya da var orada, o doğru söylemiş, onlar biraz daha farklı yerlerde tabii (bir süre düşünüyor), ona katılıyorum o konuda hani, daha karmaşık, kuzey jazzı falan, o konulara girdiğimiz an, hani o artık benim düşündüğüm şekildeki o klasik jazz anlamında değil tabii, hani hepsine jazz deniyor ama, hani şöyle kocaman kucaklıyor gibi oluyor da, bence başka müzik türleri gibi onlar…

Başka müzik türleri demek gerekir belki de onlara…

Feti Blue Band (Feti): Evet, doğru…

ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN GÖZÜNDEN (BİLGE):  Kendisi bluesu söyle tanımladı: ‘’Olayın ham hali gibi blues, herhangi bir şeye basit (sade) bir bakış gibi.’’ Bu, daha önceki soruda bahsettiğim basit gözüken cümlelerin altındaki derin anlamlar gibi tam olarak. Belli ki blues, Feti Çağlayan’la öyle bir bütünleşmiş ki, kurduğu cümleler (bu hem gitarda hem de konuşurken olsun) bu dediklerimi kanıtlar nitelikteydi.

Feti Blu Band, Rock Air/You Don’t Exist. 

Şarkının Fenomenolojik bir analizi, eleştirisi ve izlenimler:

Şarkı boogie woogie stilini andıran (daha çok da piyano sol eldeki “boogie woogie” yürüyüş biçiminde) ve epey “sinematik” tınlayan bir yürüyüş teması ile açılıyor ki tüm şarkı boyunca bu yürüyüş devam edecek. Üflemelinin dramatik bir unsur olarak kaydın sağından soluna geçiş anı sinematik bir tedirginlik ve arayış algısı oluşturuyor. Gitar ana tema ile yürüyüşünü sürdürürken vokalin daha “rock” olmaya başladığını; giderek ve gayet yerinde bir yükselişle hırçınlaştığını seziyorum.

Ortadaki synt solosu sanki daha uzun olmalıydı, kısa oluşu nedeniyle midir bilinmez: yerini henüz bulmamış izlenimi oluşturuyor, vokalin bluesy duyguyu verme biçimi gayet yerinde, yerli yerinde bir yürüyüş teması üzerinde biçimlenen bir yersizlik-yurtsuzluk (Deleuze’nin kök-sap olgusunu da hatırlatır biçimde) arayışının şarkıya hakim olduğunu söylemem mümkün.

Feti Blu Band, Rock Air/Sen Yoksun (Üstteki şarkının Türkçe versiyonu)

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  Eski bir arkadaşını hatırlamışçasına dudaklarını büzüp çenesini öne çıkararak birden arkasına yaslanıyor, sağ elinin işaret parmağını alnında gezdiriyor, bir şeyi tartıyormuş ve tarttığı şey ile birlikte kendi de tartılıyormuşçasına beş-altı defa taburenin üzerinde sağa sola gidip geliyor, sonra net bir şeyi kavramışçasına başını onaylar biçimde sallıyor, hafiften alt dudağını ısırıp gittiği bir yerden hemen bu ana gelmek istiyormuşçasına öne arkaya salınıp göz ucuyla sağına soluna bakınıyor, röportaja boyunca neredeyse ilk defa sol elini kullanmaya başladı, sol eli önce sağ yanağına sonra çenesindeki sakala doğru uzanıyor, sonra sol elinin tersi sürekli çenesinin altında gezinmeye başlıyor.

(Biraz düşünceli bakıyor, bir şey bekler gibi gözlerini kısıyor…)

Reggae gibi mesela, bluesdan kaynaklanıyor ama kendine has bir yapısı da var…

Feti Blue Band (Feti): Evvet…

Bu biçimde bluesdan kaynaklanıp da günümüzde de hala devam eden hangi stiller gelirdi aklına…

Feti Blue Band (Feti): Ya şimdi aslında bluesun kalıbı bilindiği gibi 1-4-5 diye bir kalıp var…

On iki barlık bir kalıp…

“Teknik olarak progression’un yansımasından çok o duygunun birçok müzik türüne yansıyışının güzel olduğuna inanıyorum.”

Feti Blue Band (Feti): Evet, on iki barlık… Bir cümle, bir progression… Bu aslında her şeyde var (biraz düşünüyor), rock müzikte var, işte zaten rock and roll müziğinde var, reggae de vardır kesin, bu cümleler dinlediğimiz her şeyde var, ve (bir şey hatırlamaya çalışır gibi bakıyor) nasıl yansıdı hani, ben aslında teknik olarak progression’un yansımasından çok o duygunun şeye (on saniye kadar duraklıyor ve bir çok şeyi bir anda hatırlıyormuş gibi görünüyor, dikkatle gözlerini kısıyor), birçok müzik türüne yansıyışına güzel olduğuna inanıyorum, saflık mesela…

Soruyu şu biçimde biraz daha açabiliriz burada, reggae müziğine nasıl yansıdı “blues” olgusu?

Feti Blue Band (Feti): Ee, reggaeye nasıl yansıdı, aslıda reggae biraz daha bence, belki kalıp olarak yansımış olabilir, ama reggae’ye içtenlik açısından yansımış olabilir bence…

Hı hımm…

Feti Blue Band (Feti): Onlar da eski müzikler sonuçta, Afrika kökeni, o kökenden o içtenliğin yansıması…

Doğru, hı hımm…

Feti Blue Band (Feti): Öyle olmuş olabilir (Bir süre kararsız kalıyor, sonra dikkatle bakıyor.)… Siz ne düşünüyorsunuz?

Şu geliyor aklıma, blues olgusunun “yansıdığı” türlerin hala devem ettiğini görüyorum, reggae devam ediyor, artık klasik rock dediğimiz o olgu da bütün blues duygusunu aldığı için devam ediyor…

Feti Blue Band (Feti): Evvet…

Ama bluesdaki o “hissiyat”, nedir dersek, varoluşçu felsefede temel bir kavram var, o da bireyin “kaygısı”, kaygı duygusu, blues bunu devam ettirdiği için sanki hala devam edebiliyor, jazz olgusunda ise “eksik” olan şey bu “yaşam kaygısı” gibi geliyor bana. O yüzden artık jazz bluesdan hatta belki de yaşamdan tamamen kopmuş durumda çünkü bluesun o bahsettiğim “duygusunu” kaybetti artık yeni jazz, bir temeli kalmadı gibi jazzın, hani sürekli “virtüozite” kavramı, olgusu üzerinden gittiği için, ve jazz müzisyenleri Berklee gibi “aşırı teknik”  teknik eğitim veren yerlerden mezun olduğu için…

(İlgiyle bakıp başını sallıyor) Evvet…

Blues ile jazzın, yeni jazzın bağının günümüzde tamamen koptuğunu düşünüyorum aslında ben. Günümüzdeki jazz olgusuna bakarsam.

(Düşünceli bir biçimde başını sallıyor) Evet… Olabilir tabii ki, ben jazz deyince yine (gülüyor), klasik jazzı düşündüğüm için kafamdan…

(Gülüşmeler…)

Feti Blue Band (Feti): Din d irin dii ruuun, du dur ruuu du duruu duuu (sanki bir Chicago sahnesindeymişçesine ellerini de çırpıyor), öyle bir şey çalıyor…

Art Blakey sanki bu…

(Kahkahalar…)

Feti Blue Band (Feti): Veya Art Tatum…

O ana kadar, “Bilge’nin notlarını” tutan Bilge söze giriyor:

Bilge: Bir de şöyle bir şey var, bir süredir jazz ile ilgilenenlerle konuşuyorum, blues onlara şey geliyor, hani, böyle geliyor (baş ve işaret parmağını iki santim kadar açıp gözleri önünde uzunca bir görünmeyen çizgi oluşturuyor) nasıl tarif edersin, böyle diyor…

Kalın, diyebiliriz sanki…

Bilge: Mesela jazzda işte ordan burdan atlıyor, onlara göre de öyle bir bakış açısı var yani, tabii ki müzik bu…

Feti Blue Band (Feti): Evvet…

Bilge: Hissettiklerini anlatman gerekiyor ama çok teknik girince bana kalırsa tadı kaçıyor yani blues olunca ama böyle (şaşkınlık ve sevinçle gözlerini açıyor) görüyorsun o sahneyi, onu da görüyorum ama, jazz olunca işte buna takılan insanlar oluyor…

Feti Blue Band (Feti): Evvet, evet…

Bilge: O yüzden ben daha farklı bakıyorum…

Feti Blue Band (Feti): Ya, bazıları işte eti dövdürmeden yer, bazıları dövdürüp yer, bazıları üzerine birazcık baharat atar falan, sonuçta öyle bir fark aslında… Ortada bir tane et var ama…

(Kahkahalar…)

Feti Blue Band (Feti): Asıl olan et…

Bilge: (Gülüyor) Evet o et…

ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN GÖZÜNDEN (BİLGE):  Başka bir sorumuz da blues olgusunun reggae’ye nasıl yansıdığıydı. Buna cevap olarak, tekniklerden ziyada ‘’içtenlik’’ kelimesini yineleyerek kullanması en çok ilgimi çekti. (Bunu ilerleyen soruların cevaplarında da tekrarlayacağım). Aynı zamanda bu noktada bizlerin de cevabını merak etti ve bu soruyu bizlere de yöneltti: ‘’Siz ne düşünüyorsunuz?’’ Ben burada da içtenliğin ve merakın o güzel yansımalarını hissettim.

5-Blues, tıpkı Schönberg’in oniki ton müziğine getirdiği “kesin kurallar” gibi kökeninde 12 bar bir yapı kuralı ve bu on iki barın çevrimleri üzerinde biçimleniyor. On iki ton müziği bugün klasik besteciler tarafından terk edilmiş olmasına rağmen bluesun on iki barlık kökeni şaşırtıcı biçimde birçok yeni besteye kaynaklık edebiliyor,  bunun nedenleri sizce neler olabilir, on iki bar “çağdaş” bir blues nasıl bestelenir?

Bu soru yazılı olarak cevaplanacak (Lütfen ikinci baskı için tekrar uğrayın.).

ANTRACT

(RÖPORTAJ ARASI)

YAZINSAL BİR BLUESY JAZZ İÇİN FENOMENOLOJİK BİR GİRİŞ:

Kitap ve şarkı yazmış, birisi ambulans çağırsın. Okuyup durmayın beni öyle, bir şey yapsanıza. Okur gibi bakmayın bana öyle. Gidin yaşayın. Bilge not tutuyor şu an. Hem notumuz hem de bluesumuz çok olsun. Daha önce kendini kitaba-şarkıya bir bluesa seren birini görmediniz mi? Görmüşler, çarpıp kaçanın markası insan, çarpansa iki gözmüş. Her yanda mazot kokusu. Olduğu gibi kelimelerin içine düşmüş. Söylemesi gerekirdi birisinin, yaşamın kitaba sığmadığını. Ne oldu bana böyle? Neden bakıyorlar öylece bana? Yoksa ben kitap mı oldum? Neden kıpırdayamıyorum? Kitap yazmış işte, neden kimse ambulans çağırmadı daha? Kelimelerle tırmanırken, hiç beyaz boşluğa düşeceğimi düşünmemiştim. Kağıt sisinden doğaya çıkardılar beni. Daha okumam gereken çok şey vardı. Sağ elimde yanan kelimeler… Dilimde eriyen patates kızartmasının tadı… Uzağımdaki kendim… Sahilde yanan varil… İnzivacının mavi-gri gölü… Düşüncelerimin umutlu deltası. İzmir’in arka sokakları. Napoli’de öğle sonrası. Adını unuttuğumu sandığım bir yazar. Perdedeki kuş gölgesi. Söyleyin, neden kimse duymuyor beni? Okusanıza bir şeyler. Kitaba düşmüş, birisi ambulans çağırsın. Kalabalık içinde iki kişilik bir yalnızlık olarak yüzüyorum ben, beni bir ben biliyor bir de bilmeyen ben. Limon ve yağmur kokusu. Armut yaprağına düşen dal parçası. Öğle rüzgarında kıpırdanan koyu sarı çimenler. Dereden alınan taşların ıslak takırdaması. Ağaca yaslanmış turkuaz bir gömlek, içindeyse herhalde ben diye bana benzeyen kendim. Varlığımın içindeyim, yok olduğumda ne olduğumla ilgili bir düş gördüm. Yokluğumun içinde sıkıştım, var olduğumda ne olamadığımla ilgili bir düş gördüm. Misafir odasında uyuyan ev sahibi oldum hep, insanları hep sahipsiz gördüğüm için. Pazar akşamüzeri Moda sahili. Ufukta beliren siren sesleri. Üzerimde gezinen harf gölgeleri. Aa kendine geliyor, şimdi kitabı yanacak kaçın. Gece gökten geçen uçakların aslında beni gördüğünü düşünmek. Bir elmayı havaya atıp atmosfere kaçacağını düşünmenin verdiği tedirginlik. Adres soran Alman kadın ile aynı adrese gitmek. Harfler mi anlamsızlaşıyor yoksa harflerle dizilen kelimeler mi… Yine de hapsediyorum kendimi bir kitaba. Okunarak korunurum ben, sonrasında anlaşılmasa da. Felsefe tarihi ve kendi çağları ile hesaplaşan felsefeciler ilgimi çekmiyor, daha şu an ile hesaplaşamazken. Harften harfe, kavramdan kavrama düşünmeye başladım. Ockham’lı William güya, gerekmiyorsa hiçbir şeyi çoğaltmayın, demiş, ben de diyorum ki, yeterince çoğaltılmadı mı gereklilikler, ikinci arabalar, üçüncü evler, dördüncü eşler, beşinci sevgililer, altıncı banka hesapları, yedinci akıllı cihazlar, sekizinci raf için alınan kitaplar, dokuzuncu oy vermeler, onuncu on emirler… Çoğaltılıyorum, o halde yokum. Kurt kurdun insanıdır yine de. Artık aynı ırmakta bir kez bile yıkanamazsın. Bahar olsa, ırmaklar balık dolsa da kırlangıçları görsek. İnsan insan gibi doğar ama her yerde insana vurulmuş olarak yaşamak zorunda kalır. Minerva’nın baykuşu ancak gün batarken yere düştü. Anladık, mülkiyet hırsızlıktır, peki neden hırsızdan çalan hırsızlar mülk sahibi? Susulamayacak yerde ulumak gerekir. Varoluş özden önce gelse de içeriye girmeden önce kapıyı çalar, kimse var mı, diye. Amaç kayanın yuvarlanması değil; mantığın düşten çıkarılamaması, Sisifos’a bir kare verin, onu da yuvarlardı. Bu istasyonun çok çıkışı var, haydi girişin birinden şuraya girelim. Birisi ambulans çağırsın, kitap yazmış. Değirmenin önündeki derede bekleyen yosunlu ağaç kütüğü beni hatırlar, belki de ağaçlar hiç unutmuyordur, belleklerinden bir kütük yapılmış olsa dahi. Kimse barıştan pek bahsetmez, çünkü tarih yeterince savaşla dolu. Uzun sürmeyen şeye ya aşk ya da barış diyoruz artık. Kendimi kaybediyorum, benden bir kitap yaptılar. Neden okuyorsunuz öyle, neden dinlemekle yetiniyorsunuz bir bluesu, lütfen bir şey yapsanıza. Bu kitabın ve röportajın kahramanı ambulans şoförüdür dostum, çünkü henüz gelmedi.

Ben benken ben olduğumu bilmezdim ki, bana bakmadan düşünür, benim tarafımdan dinleneceğimi düşünmeden konuşur, bana aldırmadan benden bahsedebilirdim, bluesu bilmeden blues dinlerdim, her şeyin ilerlediğini düşünürdüm, yağmur yağınca dinmesinin de ilerlemek, kar yağdığında erimesinin de ilerlemek olduğunu düşünürdüm. Bakış atmanın diğerlerine dokunmak, taş atmanın başkasını incitmek, ok atmanın başkasını yaralamak, kurşun atmanın başkasını vurmak, füze atmanın başkalarını ortadan kaldırmak, atom bombası atmanın tüm dünyayı ortadan kaldırmak olduğunu anladığım an, ilerlemenin mutlak bir ilerleme olamayacağını kavramaya başladım. Ben benken ben olduğumu bilmezdim ki dostum sen varken… Doğa varken, blues varken, anlam arayışı varken, içtenlik varken.

ŞİMDİ RÖPORTAJ

(İkinci kısım)

6-Ankara sokaklarından yola çıksak…

(İçten bir ilgi ve dikkat ile bakıyor, sanki şu an Ankara’nın bir sokağında ya da sokaklarındaymışcasına)

Feti Blue Band (Feti): Evveeet…

…ve sırasıyla İstanbul, Cincinnati, Ohio, Florida ve Dubai’ye uzansak bir soulman kimliği içerisinde bu duraklardaki yaşantınızı nasıl anlatırdınız? Yaşanılan şehrin müziğine katkıları nasıl olur-oldu?

Feti Blue Band (Feti): Evveeet, uzun bir yolculuk bu (İç geçirip, sanki oralardaymışçasına uzakta bir noktaya bakarak dikkatle düşünüyor.)

(Gülüşmeler…)

Bilge: Böyle bitiriyormuşuz…

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  Sağ elinde kristal bardak, içkisini gayet keyifli bir tavırla yudumluyor gibi görünüyor, gözlerini dikkatle kısıyor, sağ elinin işaret parmağını bir anı çizermişçesine alnında gezdiriyor, sağ elinin baş parmağı ile de az önce çizdiği anıyı yoklarmışçasına alnına hafifçe dokunuyor, ardından ellerini beline getiriyor ve yeni varılan bir şehre bakarmışçasına gülümseyen tavırlarla bakıyor, sonra birden arkasına doğru yaslanıyor ve bir trenden inmiş de istasyonun susam kokan sabah serinliğini içine çekermişçesine derin derin nefes alıyor, dudaklarının kenarıyla gülümsüyor sanki bir bilet gişesi önünde duruyormuşçasına.

Feti Blue Band (Feti): Ya şey, bir düşünelim, şimdi Ankara’da büyüdük tabii, Ankara sokaklarında büyüdük, bir kere Türkiye’de bluesu (bir şey hatırlamışçasına bakıyor) , sadece blues da değil, işte rock müziği en güzel icra eden, en güzel hissettirebilen, çalarken size yaşatabilen müzisyenler bence, ben orada büyüdüğüm için söylemiyorum, Ankara’dan çıkıyor, hani ayrım yaptığım için söylemiyorum, gerçekten böyle bir şey var…

Bu saptamayı yeni kuşak bluesculardan Emre Nalbantoğlu da yapmıştı, tanır mısın bilmiyorum…

Feti Blue Band (Feti): Yani tanışmıyoruz da duydum tabii, ama öyle bir gerçek var, nedendir çünkü Ankara’da, tabii kocaman bir şehir ama aslında küçük bir ilçe gibidir Ankara, herkes birbirini çok tutar, destek olur, her konuda, işte taksicileri bile şeyden ayrıdır, binersin, bir yere gitmek istersin, şurdan gitmeyelim abi şurdan gidelim falan der, yani daha samimidir, bana öyle gelir neyse, bu müziğe de tabii yansıyor, insanlar birbirlerine destek oldukları zaman, daha güzel oluyor sonuçta geçen gün genç bir çocuk varmış on beş yaşında, Stevie Ray çalıyor, dinledim, çok hoşuma gitti yani destek vermek için elimden geleni yaparım yani, herhangi bir konuda, Ankara’da öyledir, dayanışma büyüktür, biz de abilerimizi dinleyerek büyüdük orada, şimdi beraber çalıyoruz, çıkıp beraber çaldığın zaman kendini çok iyi hissediyorsun, bunu sana onlar hissettiriyor, biz de onu el vererek gençlere hissettirmeye çalışıyoruz, böyle bir dayanışma olduğu zaman zaten o ar arda, ya özeniyor çocuklar çalmaya, onun gibi bir şey…

 

İstanbul’da nasıl peki, Ankara ile kıyaslarsak?

(Kararsız bir ses tonu ile söze giriyor.)

Feti Blue Band (Feti): İs… tan… bul… da… maalesef hani belki (kısa bir an düşünüyor), daha kalabalık ve daha karışık bir yer olduğu için, hani kimsenin kötü niyeti olduğundan değil, biraz daha herkes kendi başına gibi, hani o konuda biraz daha yalnız, öyle görüyorum ben, hani bayadır da orada değilim sadece konserlere falan gidiyorum ama, inşallah belki böyle değildir, ama tabii orda da, orda biraz daha yalnızsın, Ankara’da aradığın zaman…

“Duygusu” da olmayan bir yalnızlık denebilir mi?

Feti Blue Band (Feti): Evvet, evet biraz öyle, sonra…

Cincinnati geliyor sonra…

“Çaldığını yaşamak deyimi var ya işte, orda öyle katkıları oldu bana, Cincinati de tabii biraz daha Midwest kuzeye doğru yakın Detroit’e, funk büyüktür oralarda, Bootsy Collins, eski James Brown’un basçısı biliyorsunuzdur…”

Feti Blue Band (Feti): Sonra Amerika’da ben, tamamen başka bir yer tabii yani orda, ben özellikle çaldığım müziği orda, doğduğu yerlerde çalma, insanlarla onların muhabbetini yapma fırsatı buldum, orada teneffüs edince benim farkında olmadan çalışım da değişmiş tabii ki, burda duydum ben onu, bir beş-altı sene sonra geldiğimde arkadaşlarımdan duydum, ne biçim çalıyorsun, değişmiş falan diye, işte yaşıyorsun sonuçta, çaldığını yaşamak deyimi var ya işte, orda öyle katkıları oldu bana, Cincinati de tabii biraz daha Midwest kuzeye doğru yakın Detroit’e, funk büyüktür oralarda, Bootsy Collins, eski James Brown’un basçısı biliyorsunuzdur…

Hı hımm…

Feti Blue Band (Feti): O Cincinnati’de, blues çok dinlenir oralarda, Cincinnati’de öyle güzel şeyler yaşadım sonra Florida’ya göçtüm ordan, Florida’da tamamen ayrı…

Değil mi…

Feti Blue Band (Feti): Yani böyle işte, tatil yeri…

Gömleğini orada mı almıştın?

Feti Blue Band (Feti): Bu gömleği mi?

(Kahkahalar… Gülerek cevap veriyor…)

Feti Blue Band (Feti): Öyle gibi de, bu gömleği bana Kaş’ta bir abim hediye etti… Burdan, burdan (Bir şey hatırlamışçasına gülüyor)… Gerçi Kaş da Florida gibi…

(Kahkahalar…)

Feti Blue Band (Feti): Deniz kenarı, öyle sakin, yavaş bir yaşam falan…

(Gülüşmeler…)

Feti Blue Band (Feti): Florida’da Greg Miller Band diye bir grupta çalıyordum, hep siyahi arkadaşlar, tek beyaz bendim hani, ne kadar beyaz olursam artık işte, orda da böyle eski, ellilerin, altmışların müziklerini falan çaldık, böyle şeyler yaşadım arkadaşlarla, back vokaller, herkes söylüyordu grupta, işte eski soul parçaları falan r&b’ler, onlar da onu yaşayıp, sonuçta orada öyle büyümüş falan, öyle katkıları oldu bana, güzeldi ya, güzel deneyimlerdi benim için…

Buradan Dubai’ye geçersek…

(Epey kararsız ve düşünceli bir ses tonuyla söze giriyor…)

Feti Blue Band (Feti): Dubai şeydi, hani öyle bir iş için hani öyle bir çay falan, öyle bir şeyimiz oldu, seyahatimiz oldu oraya, Dubai’nin bana müzikal anlamda katkısı olmadı yani oraya çalışmaya gittik, çaldık, eğlendik, güzeldi, güzel deneyimlerdi, üç ay güzel bir askerlik gibiydi (gülüyor…), rahat bir askerlik…

ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN GÖZÜNDEN (BİLGE):  Soru, Ankara’ya da değinince gözleri kocaman açıldı: ‘’Ankara, EVET!’’ şeklinde bir giriş yaptı. ‘’Ankara kocaman bir şehir ama küçücük bir ilçe gibi. (Ben burada olayı daha da küçültüp kafamda Ankara’nın bir apartman dairesi olduğunu imgeledim, çünkü gerçekten de öyle!) “Bu müziğe de yansıyor, insanlar birbirine destek oluyor. Ankara’da dayanışma vardır.’’ (Sıra İstanbul’a gelince, o heyecanlı bakış biraz azalıyor). İstanbul’daki karmaşıklığa ve kalabalığa, orada insanın biraz daha yalnız olduğuna değiniyor. Ve şöyle bir cümle kuruldu: ‘’Çaldığını yaşamak.’’ Yoksa yaşadığını çalmak mı? Burada bölmek istemedim fakat merakta kaldığım bir soru olarak kaldı kafamın içinde. Ardından Dubai’den bahsetti, oranın rahat bir askerlik geçirmek gibi olduğunu söyledi.

7-Yavuz Çetin ile bir yerlerde buluştuğunuz; yollarınızın kesiştiği belli, bu yollar sizce nereler?

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  Çayından bir yudum aldı, sol eli belinde, duruşu dik ve gayet rahat bir tavırla bakıyor, hafifçe öne eğilip arada bir daha yoğun biçimde dikkat kesiliyor, gözleri uzak bir kıtayı ararmışçasına tavana çevriliyor, bir an kararsızlaşıyor sanki görünmeyen bir şeyi görmüşçesine, zaman algısı değişiyor sanki artık burada değil, başka bir yerde…

Feti Blue Band (Feti): Valla ben iki bin senesinde Amerika’ya göçtüm ve iki binden önce iki sene kadar İstanbul’daydım, ve Yavuz’la o çaldığı Mojo Kulüp’te çok muhabbetlerimiz, beraber çalmışlığımız da var, Batu abi ile zaten keza öyle, Yavuz özel bir insandı belki işte yaşımız itibarıyla da dinlediğimiz müzikler kalbimizin attığı yükselen yerlerimiz beraberdi onunla, öyle diyeyim, yani zaten çaldığımız şeylerde de biraz bellidir, benim albümümde de zaten Yavuz’dan bahsediyorum, Kuş Ekmeği albümünde, Yüksel Bebesi diye bir parçam var, Yavuz gibi yaşamak istemem artık aranızda, diyen bir sürü çocuk falan diye (şarkı söyler gibi söylüyor), oraya göndermeler yaptım, özel biriydi tabii…

Feti Blu Band, Yüksel Bebesi.

Şarkının Fenomenolojik bir analizi, eleştirisi ve izlenimler:

Yer yer “bluesy-ritmik riffler” ile Yavuz Çetin, kimi zaman “Teksas blues ateşi vokal” ile Stevie Ray, kimi zaman ise “blues scat” ile Albert Collins’i andıran, ilgi çekici “blues gitar bireşimi” içeren, “özümsenmiş” bir blues. Bu topraklardan böyle bir bireşime varabilmiş bir gitaristin çıkması ender görünür.

Şarkının girişi nedense bana Stevie Ray’ın “akustik” stilini (özellikle de Lenny’i) andırdı, gitar ritmi slide olarak da kullanılacak biçimde “boşluk doldurmalı” yapıda kullanılıyor, o yüzden bir slide gitara ihtiyaç olmuyor, (Olmalı mıydı?) Albert Collins’e “blues scat” göndermesi gayet yerinde olmuş, vokal uzun notalar üzerinde “sade” cümleler kurmaya eğilimli, bunun nedeni de elbette ana temanın duygusunu bütün yoğunluğu ile verme düşüncesinde gizli olmalı, bu vokal stili bunu gitarın funky-bluesy desteği ile gayet kontrollü biçimde yapabiliyor, “kontrollülük” şarkıya bütünüyle hakim, org solosu yerine gitar solosu daha mı uygun olurdu, diye düşünmedim değil çünkü gitar riffi bunu hazırlar gibi ilerliyordu, şarkının sonunda eklemlenen gitarın ritmik solosu ise bir gelişmeden çok bitiriş duygusu oluşturdu. Buna rağmen başta da belirttiğim gibi çok özümsenmiş bir blues dinlediğimi söylemeliyim.

Sözler ise Yavuz için ve çok anlamlı: Yavuz gibi yaşamak istemem artık aranızda…

“Çok yağmurlu bir gündü, Mojo’da çalındıktan sonra böyle en son artık bar kapanıyor işte, Yavuz ile dışarıya çıktık, beni bırakacaktı arabasıyla falan araba çalışmadı, yağmurda arabayı ittik öyle çalıştırdık falan (hüzünlü bir tavırla gülüyor), sonra bıraktı öyle, az ama güzel, ufak anılarım vardı onunla…”

Tanışman nasıl oldu?

Feti Blue Band (Feti): Tanışmam nasıl oldu, ilk, ben Ankara’da büyüdüm, ama İstanbul’a çalmaya gitmiştik bir yere, nerede çalmıştık (hatırlamaya çalışıyor), böyle gündüz aktivitesiydi, öyle bir yerde çaldık çocuklarla, sonra da akşam orada kalacağız gece, hadi bir yere gidelim, eğlenelim, müzik dinleyelim falan, Mojo’ya gittik, hani blues nerede çalınıyor falan, o zamanlar tam Mojo’nun yüksek zamanlarıydı, gittik Yavuz çalıyor, Kerim abi davulda, Batu abi çalıyor, yani tam o güzel grubun gittiği zaman, ilk orada görmüştüm, ondan sonra, çok etkilendim tabii, çok güzel çalıyorlardı, tam bizim istediğimiz şeyleri çalıyorlardı, ondan sonra İstanbul’a taşındığımda Mojo’ya tekrar gittim, orada çalıyordu, o gün çalarken tanıştık, hatta ben de sahneye çıktım beraber çaldık falan, öyle tanıştık, sonra tabii muhabbetlerimiz oldu hatta bir gün, çok iyi hatırlarım, geçen arkadaşlara anlatıyordum, çok yağmurlu bir gündü, Mojo’da çalındıktan sonra böyle en son artık bar kapanıyor işte, Yavuz ile dışarıya çıktık, beni bırakacaktı arabasıyla falan araba çalışmadı, yağmurda arabayı ittik öyle çalıştırdık falan (hüzünlü bir tavırla gülüyor), sonra bıraktı öyle, az ama güzel, ufak anılarım vardı onunla…[[Yavuz Çetin’den bahsederken sanki hala dünyada-yaşıyormuş gibi dikkatle etrafına bakınıyor, o anı yeniden yaşıyormuş; şu ana da dönmek istiyormuşçasına sürekli başını iki yana sallıyor, gözleri etrafta sürekli geziniyor birini görmek istemişçesine, biri onu duyacakmışçasına sahneden tarafa bakıyor, elleri önce beline sonra kalçasına gidip geliyor, sağ elinin işaret parmağı alnında geziniyor, hüzünlü bakışlarla sağ karşıya tavan ile duvarın birleştiği yana doğru bakıyor, sonra arkasına yaslanıp duruşunu dikleştirerek sakin ve acele etmeyen bir ses tonuyla söze giriyor.]]

Buna benzer başka “kesişme anları” var mıydı?

Feti Blue Band (Feti): Valla böyle birbirine yakın hisseden, müzikal anlamda yakın hisseden insanların kesişme anları zaten sahnede çalarken, o yanında olmasa da hep oluyor zaten…

İntihar haberini alınca neler hissettin peki?

Feti Blue Band (Feti): Ben Amerika’daydım, neler hissedeceksin üzüldüm tabii…

Beklememişsindir…

Feti Blue Band (Feti): Yok, hiç öyle bir şey tabii ki beklemiyordum, üzüldüm, şaşırdım, ve olayın şekli şu bu falan, şaşırdım ve tabii uzakta olunca insan biraz daha farklı algılıyor böyle şeyleri, başta tam hissedemiyorsun, üzüldüm tabii.

O köprüye çıkmadan önce köprü ayağına bıraktığı araç mıydı ittiğiniz araç?

Feti Blue Band (Feti): O detayı tam bilmiyorum ben çünkü Amerika’daydım, hangi araçtı bilmiyorum, bizim gittiğimiz eski bir ya Mercedes’ti ya Peugeot, öyle bir arabaydı.

Evet Peugeot’du…

(34 KBP 09 plakalı 1977 model Peugeot marka bir araç. Bu araç 15 Ağustos 2001 tarihinde Boğaziçi Köprüsün Ortaköy ayağına yakın bir noktada bulunuyor. Aracın içinde ise bir ruhsat, 190 milyon tl, 500 dolar ve Yavuz Hilmi Çetin adına bir ehliyet bulunmakta.)

Feti Blue Band (Feti): Hım, Peugeot mu, oydu galiba, olabilir (epey hüzünlü bir tavırla bakıyor, sonra gülmeye çalışıyor), neyse ya başka sorulara geçelim…

ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN GÖZÜNDEN (BİLGE):  Bu soruda, daha doğrusu Yavuz Çetin’in adı geçtiği anda gözlerindeki o parıltı oldu ilk dikkatimi çeken şey. Onunla yollarının nasıl kesiştiğini bizlere anlatırken ilk aklına gelen; hem yaşlarının yakınlığı, hem de dinledikleri müzikler oldu. Yeni albümündeki ‘’Yüksel Bebesi’’ adlı parçasında Yavuz’a hitaben yazdığı bir cümleyi söylemesi ve ‘’evet, onunla hala aynı ritimde atıyor kalbimiz’’ demesi hissiyatını size yansıtıyordu bu noktada. Ardından devam etti; tam da istedikleri şeyleri çalıyorlarmış o zamanlar da: ‘’Az ama güzel anılarım vardı onunla.’’ Böyle söylemesiyle de basit gözüken cümlelerin altındaki derinliği hissedebildik aslında. Özellikle son kısımda; “sahnede çalarken o yanımda olmasa bile ben onun varlığını hissedebiliyorum.’’ gibi bir cümle kurdu. Ardından zaten konunun kapanmasını istedi, çünkü gözleri dolmaya başlamıştı. 🙂

Feti Blu Band, Sonsuz Kale.

Şarkının Fenomenolojik bir analizi, eleştirisi ve izlenimler:

Şarkının girişi nedense bana Ritchie Blackmore’u hatırlattı, ilk tema kendini var ettikten sonra daha ilk sözlerde şarkının “mood”unu kavrayabiliyoruz, “Likya Denizi’nde kimsenin bilmediği bir yerde…” (Acaba neresi? Feti abi bizi oraya götür.) ve ardından “göğsünü doldurarak kanatlanırsın o sonsuz kalede…” ile devam eden sözlerin bitimiyle birlikte söz alan bluesy solo şarkının temasını tekrar serimliyor. Ritim ve bas section tamamen klasik blues çizgisinde ilerliyor, o yüzden “düğüm” bölümü aramak fazla beklentili olmak olurdu, orta tempo bir blues var karşımda, “karanlığın ortasında” kısımında kulağa takılan bir “prozodik” vaziyet olsa da, Fethi abi bizi “affetmesin” bu durumu onun uzun yıllar yurt dışında yaşamış oluşuna bağlıyoruz, zaten kulağı çok fazla rahatsız etmiyor, ardından tekrar ikinci “uçurucu solo” geliyor ve  o tepedeki “sonsuz kaleye” doğru ilerlediğimi seziyorum. Solunun ikinci cevabında on ikinci perdeye (Likya Denizi’ne) inen solo bana Gary Moore’u hatırlatmıyor değil. Şarkının bitişinin de yine “prozodik” bir gönderme ile olması gayet anlamlı.

Bu da “akustik” versiyonu:

8-İlk albümünüz Kuş Ekmeği’nin yapım süreci nasıldı, uzunca bir süre sahnelerde yer almanın bu albüme getirdiği olumlu katkılar ve olumsuz yanlar sizce nelerdi?

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  Yüzündeki en karakteristik öğe olan uzun çenesini öne doğru uzatıyor, burnundan nefes alıp taburede öne arkaya salınıyor, iki elinin parmak uçlarını piyano tuşlarına dokunuyormuşçasına kalçalarına hafifçe dokundurup onlar üzerinde öne arkaya salınıyor, sol dizini öne arkaya sallıyor,  dudaklarını kenetleyip göz ucuyla neredeyse bütün salona bakıyor, sanki bir şeyin hesabını yapmaya çalışıyor gibi görünüyor, gözleri sağ karşı çaprazda bir noktaya doğru bakıyor, kararlı ve ne söyleyeceğine şimdiden karar vermiş bir insanın tüm keskin tavrı bedenine yansıyor, artık her şeyi kontrol edebileceğini düşünen bir güven taşıyan düşünceli bir sözle söze giriyor.

“Kuş Ekmeği değişik bir albüm şöyle, Kuş Ekmeği’ne çalan arkadaşlarımın yani o ekibin çoğu jazz müzisyeni…

…Bir baktım bütün jazz müzisyenleri çalıyor albümde (Gülüyor…) ama blues-rock albümü, ve güzel oldu hani, değişik bir albüm oldu…”

Feti Blue Band (Feti): Ee Kuş Ekmeği değişik bir albüm şöyle, Kuş Ekmeği’ne çalan arkadaşlarımın yani o ekibin çoğu (Bir süre, bir şeyin varlığını sorguluyormuşçasına kararsız kalıyor…).

Çoğu jazz müzisyeni…

Feti Blue Band (Feti): Evet, jazz müzisyeni, yani blues müzisyeni diyebileceğimiz arkadaşımız, hani kendi arkadaşlarımdan tabii birkaç tane var, Ankara’dan Süleyman abimiz var, Cem Tuncer arkadaşım var, aynı zamanda diyelim jazz müzisyenleri, ve değişik bir albüm oldu, biraz uzun sürdü, teknik şartlardan dolayı, hani ben de Amerika’da yaşıyordum, gidip gel falan, İstanbul’daki bir stüdyoda kayıt edildi…

Feti Blu Band, Away.

Şarkının Fenomenolojik bir analizi, eleştirisi ve izlenimler:

Şarkının girişi “rock” tınıları taşıyan bir akustik gitar ile yapılıyor, ardından “rocky” gitar bize ilk temayı serimliyor, yine fazla jazzy etkiler taşımayan orta tempo bir bluesy-rock şarkı dinleyeceğim hissine kapılıyorum, davulun kasnağa geçtiği kısımlarda vokalin bütün “karakteristik tonunu” sergilemesi dikkat çekici, sanırım vokalin kendini en rahat hissettiği vokal aralığı bu aralıkta ve bölümde serimleniyor, şarkıya nedense tuhaf bir gün batımı hissiyatı hakim, belki de günbatımına yakın bir zaman aralığında bestelendi.

Gitar solusu cümle kurar nitelikte, amacı solo ile uzaklaşmak değil, solo ile birtakım kelimelere (anlatılmak istenen ama henüz söylemek ile söylememek arasında kararsız kalınanyakınlaşmaya çalışmak. Yine Fethi abi bizi “affetmesin” ama rg nedense aşırı arka planda kalmış, şarkıya “arka plan” olarak da olsa belirgin bir katkısı yok gibi duruyor, sonda gelen back vokaller ise “geçe gelen bir yolcu” izlenimine kapılmama neden oluyor, şarkının bitirişinde son söz ise sanki üflemelilere verilmek istenmiş. Sakin ve derinlikli bir yapı bütünlüğü taşıyan bir şarkı olduğunu söylemek mümkün.

Jazz müzisyenleri ile bir albüm yapma tercihi nereden kaynaklandı?

Feti Blue Band (Feti): Bu aslında şöyle, bu albümde çalanların hepsi benim kendi eski arkadaşlarım, ve albümü kaydettiğim stüdyonun sahibi de Cem Tuncer, kendisi de jazz müzisyeni, ve kendinden gelişti bu olay hani, biz zaten beraber Kaş’ta falan da işte sahnede çalıyoruz, yani benimle çaldıkları zaman benim müziğimi çalıyorlar zaten, işte şurda sen çal, burda ben çalayım, işte şurda abi sen gel bas çala falan, derken albüm kendinden öyle bir hal aldı, bir baktım bütün jazz müzisyenleri çalıyor albümde (Gülüyor…), ama blues-rock albümü, ve güzel oldu hani, değişik bir albüm oldu, sorunun içinde bir şey daha vardı? Canlı performansların albüme nasıl etki ettiği mi?

Evet, öyle… Uzunca bir süre sahnelerde yer aldığın için bu durum albüm yapım sürecine nasıl yansıdı?

Feti Blue Band (Feti): O nasıl yansıdı (Bir süre düşünüyor.)…

Bunun olumsuz tarafları da olabilir elbette…

Feti Blue Band (Feti): Evvett…

Zaman ayıramama durumu da olabilir…

Feti Blue Band (Feti): O kesinlikle oldu, çalanların hepsi zaten sürekli seyahat eden insanlar, veya konserleri olan insanlar başka yerlerde, ben keza öyle, onun için baya uzun sürdü… Şeyin çıkması, albümün…

Ne kadar sürdü?

Feti Blue Band (Feti): Valla bir buçuk-ki seneye yaklaştı çıkması, onun için, içinde duygu kopuk şarkılar olabilir (gülüyor), birbirine hani, biraz böyle değişik zamanlarda yapıldığı belli olan parçalar duyuluyor olabilir, ama sonuçta hepsi benim parçam, öyle bir olumsuz, ki bu olumsuzluksa öyle bir şey olmuş olabilir ama…

Albümdeki besteler ne zaman oluştu peki?

Feti Blue Band (Feti): O bestelerin çoğu Kaş’ta, ben yazları, o vakitler, şu anda Türkiye’ye döndüm ama o vakitler yazları Kaş’ta yaşıyordum, hani program yapmaya geliyordum sonra Amerika’ya dönüyordum, bestelerin çoğu Kaş’ta, burda yani deniz kıyılarında oluştu, birkaç tanesi belki Amerika’da oluşmuştur…

O yüzden ilk olarak Türkiye’de yayınlamayı tercih ettin.

Feti Blue Band (Feti): Evet, evet…

Güzel bu, bu arada işaretler geliyor, yavaş yavaş röportajımızı bitirmemiz gerekiyor, hemen diğer sorumuza geçiyoruz. 

ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN GÖZÜNDEN (BİLGE):  Albümle ilgili soruya geçtiğimizde, orada çalan bütün elemanların eski arkadaşları olduğunu söyledi. Aynı zamanda şöyle bir eklenti de yaptı: ‘’Duygu kopuk olabilir ama hepsi benim parçam.’’ Yine takıldığım bazı kelimeler oldu; eski, duygu, parçam. Elbette olaya böyle baktığımızda anlamsız gibi gelse de, yaptığı işleri dinlerken, kendisini tanırken çok sık tekrarladığı kelimeler bizlere öyle güzel yol gösteriyor ki aslında. Sahnede yaptığı her hareket, her bakış, kurduğu her bir cümle aslında bizi olaya iyice dahil eden şeyler. Ve bence kendisi kesinlikle, güneş ve denizin o mavi uyumunu çok seviyor. Kaş’tan bahsederken de gözlerindeki parıltıyı gördüm. 🙂

9-Blues kaydı ile blues performansı kaydı arasında çok belirgin farklar var, sizce bu farkları oluşturan olgular neler, bir seçim yapmak zorunda kalsam hangisini seçerdin?

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  Salonda hareketlenmeler olduğu için birden başını kaldırıp salona bakıyor, sonra duymamışçasına başını masaya doğru eğip sempatik bir tavırla başını sallıyor, adres sormuşçasına gözlerini kısıp bir şey tarif etmeyi bekliyormuşçasına duraklıyor, sonra birden elleri belinde, bir şeye karar vermişçesine duruşunu dikleştirip masadaki yarı boş bardağa kısa bir an bakıp gözlerini sol arka taraftaki sahneden yana doğru gezdirdikten sonra söze giriyor.

“Çünkü biraz önce de konuştuğumuz gibi içten, saf  o, o anlık kalp atışı, duyguların çıktığı şekille bluesu kaydetmek ve ifade etmek en doğru olanı bence…”

Feti Blue Band (Feti): Ben kesinlikle canlı performansı seçerdim çünkü biraz önce de konuştuğumuz gibi içten, saf o, o anlık kalp atışı, duyguların çıktığı şekille bluesu kaydetmek ve ifade etmek en doğru olanı bence, çünkü o anı kaçırırsanız yani zaten biraz önce bahsettiğimiz gibi hani biraz jazz çalan arkadaşların (Eliyle bir işaret yapıyor…). Şöyle bir müzik olduğu için…

Bilge bu sırada gülüyor…

Feti Blue Band (Feti): Yani, hani, first cut is the deepest, o atışı yakalamak lazım…

(Kahkahalar…)

Doğru, zaten “youtube”da da bir analiz yaptığımız zaman, Joe Bonamassa gibi bluescular olsun, yeni bluescular olsun, “albüm” kayıtları 1 milyon izleniyorsa aynı albümün aynı şarkılarının kaydı 5-6 milyon izleniyor-dinleniyor, belki de bilinçaltlarında şöyle diyorlar: Tamam kaydı yapmışsın ama bir de sahnede dinleyelim bakalım seni, oradaki de sen misin, orda nasıl çalıyorsun,”… O yüzden belki de izleme oranları albüm kayıtlarına göre genelde beş-altı misli yukarıda oluyor, özellikle de bluesda…

Feti Blue Band (Feti): Evet, evvet, çok doğru…

ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN GÖZÜNDEN (BİLGE):  Kalan sorularda yine ilgimi çeken şey; içten, saf, an, duygu kelimelerini tekrarlaması oldu. Ve kafamda da eş zamanlı olarak Yavuz Çetin’e dair de çıkarımlarda bulunmak vardı. Belki de Yavuz, o zamanlar İstanbul gibi karmaşıklığın ve kabalığın içindeki Ankara olmuştur onun için. Tüm bu konuşmanın ardından kendisini birde sahnede izleyince her şey yerine oturdu. Karşımızda bluesun kafalardaki kalıplarını kıran, o kalıp dediğimiz şeyleri duyguyla bir güzel harmanlayan Feti Blue Band vardı.

10-Son bir “bis” sorusu ile bitirebiliriz: Yeni hedefler, projeler ve olası tarihleri neler?

FETİ BLUE BAND (FETHİ) SORUYU NASIL DİNLEDİ:  Hızlı bir tavırla kristal bardağa uzanıp sol elinin baş ve işaret parmağı ile pipeti önce ortasından tutuyor, sonra dudaklarına yakın bir yere doğru parmaklarını pipet üzerinde kaydırıp iki yudum içiyor, sağ eliyle bardağı masaya koyuyor, elleri kalçasında, bir şey hatırlamaya çalışıyormuşçasına arkasındaki görünmeyen bir duvara yaslanıyor, iki dizini de oynatıp bir şey beklermişçesine gözlerini sağ karşı çaprazda bir noktaya dikiyor, sonra dizlerini oynatmaya hiç arama vermeden bir şeyin hesabını yaparcasına gözlerini tavana doğru çeviriyor, sonra beklentili bir ses tonuyla söze giriyor:

Feti Blue Band (Feti): Yeni hedefler şöyle, şimdi bu albümde baya bir insan çaldı, ikinci albümüm zaten kafamda hazır (gülüyor)

Albümdeki tüm şarkılar da mı hazır?

Feti Blue Band (Feti): Şarkılar da hazır, bir power trio gibi, yani üç kişi, davul, bas, gitar öyle bir albüm planlıyorum, kaydedecek yeri de seçtim, belki bu kış, baharda başlayacağız galiba, çok uzun süreceğini tahmin etmiyorum, her şey hazır, çalacak arkadaşları da belirledim, böyle iki üç güne çalıp bitirilecek duruma getireceğim inşallah, ve biraz böyle power blues ve rock albümü gibi bir şey düşünüyorum, onun dışındaki planlar biraz yurt dışında çalmaya başladım…

Hı hımm…

Feti Blue Band (Feti): Geçen yaz Edinburg’da bir festivalde çaldım, sonra Bakü Jazz Festivali’nin (Üzerine basarak tekrar vurguluyor…), Bakü Jazz Festivali’nin…

(Kahkahalar…)

Seni artık jazz festivali sahnelerinde görmeye başlayacağız sanki…

Feti Blue Band (Feti): Evvet, yani işte Jazz Festivali adı altında artık, ismi Jazz Festivali oluyor ama bir dolu başka grup çalabiliyor…

(Kahkahalar…)

Önceki röportajlarımızdan birinde Elif Çağlar’ın da çok güzel bir tespiti olmuştu, sorularımızdan birisinin ikinci kısmı şöyleydi: sen jazz olmayan şeyleri nasıl ayırt ediyorsun? Diye sormuştum, günümüzde çok fazla “jazz” var, öyle değil mi? O da şöyle cevap vermişti: Herhangi bir jazz festivaline bak, jazz olmayan şeyleri orada çok net görebilirsin.

(Kahkahalar…)

Feti Blue Band (Feti): Evet, çok doğru söylemiş, katılıyorum.

(Gülüşmeler…)

Feti Blue Band (Feti): İşte öyle birkaç festivalde çaldım, Bükreş’te çaldım, şimdi tekrar onların bahardaki dönüşleri oldu, şu anda öyle planlarımız var, biraz daha yurt dışında çalıp, tabii ki burda da biraz daha şeyi gezmek istiyorum, memleketi, gidip Samsun’da çaldık, çok beğenildi, ben de sonuçta Kırşehir doğumluyum, ve oralarda insanların böyle müziklere ne kadar aç olduklarını biliyorum, biraz daha öyle gezmek istiyorum, planlar böyle.

Röportajımız burda sona erdi, tabii şimdilik…

Feti Blue Band (Feti): Tamam heh heh…

(Gülüşmeler…)

Çok teşekkür ederiz…

Feti Blue Band (Feti): Eyvallah, ben de teşekkür ederim.

 

Feti Blue Band röportajına içten katkılarından dolayı F.STOP PUB & CABARET’e çok teşekkür ederiz.

    

Comments

comments